your eyes

298 59 17
                                    

///

Karşısındaydı işte.

Aralarındaki mesafe sıfıra inmişti. Donghyuck, umutsuzca aşık olduğu adamı hiç göremeyeceğini ve sesini cızırtılar olmadan duyamayacağını düşünürken onu tam karşısında bulmuştu. Tüm göz kamaştırıcılığıyla, tüm büyüleyici aurasıyla ve eşsiz benliğiyle buradaydı.

"Merhaba." dedi fakat sesi içine kaçmış gibiydi. Birbirine karışmış binlerce düşünce içinden yalnızca bunu çıkarabilmişti dudakları. Kendisine uzatılan eli terli eliyle sıkmak istemediği için kimseye belli etmeden pantolonuna siliverdi. "Ben Lee Donghyuck."

Ve elleri usulca birleştiğinde; zihninde, kalbinde, tüm hücrelerinde havai fişekler patlamaya başladı. Birkaç saniye sürse bile, hayatında kurduğu en muhteşem temas bu olmalıydı. Elinden vücuduna yayılan sıcaklık ve onu saran güzel parmaklar.

Resmen el ele tutuşuyorlardı.

Yere yığılacağını zanneden genç, elleri ayrıldığında derin bir nefes alarak kalp ritmini düzene sokmaya çalıştı.

"Memnun oldum. Nasıl buldun buraları?"

Nefes al, sakin ol.

Nefes al, sakin ol.

Nefes al.

"Ben de memnun oldum. Toronto gerçekten çok güzel."

"Sevindim. Bu arada resmi konuşmuyorum ama sorun yok değil mi, Donghyuck?"

Donghyuck yavaşça yutkundu ve tebessüm etmeye çalıştı. "Hayır, hayır, hiç sorun değil-" dedi ve hemen ekledi. "Mark."

"Güzel. Öyleyse yayın odasına geçelim, on dakikadan az kaldı. Sana biraz konuşacağımız konulardan bahsederim."

Mark eliyle kafeterya kapısını gösterip yönlendirdiğinde Donghyuck eşyalarını hızlıca alıp arkasından koşar adım yaklaştı ve hizasına ulaştı. Birkaç kat yukarıdaki yayın odasına girdiklerinde ve kapıyı kapattıklarında her şey akustik bir hale gelmiş, fazladan gürültü yok olmuştu. Donghyuck, sürekli Mark'a bakmaktan kendini alamıyordu. İnce çerçeveli ve gümüş renkli gözlükleri, siyah kısa saçları ve koyu renk, parıltılar saçan gözleri ile ona bir kez daha aşık olmuştu. Etrafa yaydığı kendine özgü ferah kokusu bu odaya sinmişti sanki.

Donghyuck kendisini cenneteymiş gibi hissediyordu.

Özel mikrofonlar, kulaklıklar ve ismini bilmediği birkaç cihazla dolu masaya oturduklarında aralarında birkaç karışlık bir mesafe vardı. Huzur dolu görünen kollarını bol kazağının yenleri örtüyordu. Donghyuck'a bir kulaklık vermişti, ardından mikrofonu onun konumuna göre ayarlamak için biraz üzerine eğilmesi gerekmişti.

Gözlerinden yıldızlar saçan bronz tenli oğlanın kalbi küçücük bir çocuğunki gibi pırpır ediyordu, aldığı nefesler ciğerlerine ağır geliyordu. Dilinin ucunda iki kelime vardı yalnızca.

Seni seviyorum.

"Öncelikle klasik açılışı yapacağım ve sonra sana söz hakkı vereceğim, kendini tanıtıp dinleyicilerimize hitap edebilirsin. İsmin, birkaç ilgi alanın falan filan." Ne kadar da güzel gülüyor, diye düşündü Donghyuck. Bu gülüşü ilk ve son gördüğü günün bu olması çok üzücüydü.

"Anlaştık."

"Harika. Bir dakikadan az kaldı. Başlamak üzereyiz, iyi yayınlar."

Donghyuck'un yüzünde bahar, kalbinde sımsıcak bir yaz vardı. Yoğun hisleri, Kanada'nın soğuk havasını paramparça etmişti.

"Herkese iyi haftasonları. Toronto'nun şaşırtmayan soğuğu ile başlayan bir Cumartesi'den hepinize merhaba. Burası 88.12, kendini yalnız hissedenlerin radyosu LoneLee Fm ve ben yayıncınız Mark. Fakat bugün bildiğiniz gibi yalnız değilim. Yanımda geçen hafta hatta düşen ve Güney Kore'den buralara gelen sevgili bir misafirim var. Söz sende."

Bir süre terddütle Mark'a baktı. Kalbi boğazında atıyor ve gerginlikten konuşamıyordu. Fakat Mark destek olurcasına gülümsedi ve elini Donghyuck'un omzuna koyup yavaşça sıktı. Genç oğlan bir nebze rahatladı ve bu huzurlu anların tadını çıkarmaya çalıştı.

"Merhaba, ben Donghyuck. Bir kütüphane görevlisi olduğum için kitaplara göz atmaya fazlaca zamanım oluyor. Bu sebeple sık sık çizgi roman ve şiir kitapları okurum. Hakkımda başka ilginç bir şey yok, umarım güzel bir haftasonu geçirirsiniz. Günaydın ve iyi geceler."

Konuşması bittiğinde gözlerini mikrofondan çekip kendisine bakan Mark'a çevirdi. Bocaladığını düşünmüştü ama siyah saçlı oğlanın yüzünde memnun bir ifade olduğunu görünce gülümsedi.

"Bugünün en büyük farkı, sizinle paylaşacağımız şarkıların bazılarının sevgili Donghyuck'un önerisi olacak olması. Eminim yeni ve son derece hoş şarkılar keşfedeceksiniz. Yayının tadını çıkarın millet, sağlıcakla kalın. Ve unutmayın, en yalnız hissettiğiniz anda bile bütünüyle yalnız değilsinizdir."

Mikrofonlar kapandığında, Mark ve Donghyuck arkaplanda kısık bir müzik sesiyle uzun uzun sohbet ettiler. Şarkılar, anılar, şakalaşmalar ve daha bir sürü şey... Donghyuck ona olan aşkından bir an bile pişman olmamıştı. Onu tanıdıkça daha da sevmiş, ona daha da bağlanmıştı. Bir çift parlak göz, içten sözler ve betimlenemez gülüşlerin sahibi bu adama olan hayranlığı içini doldurup taşırıyordu.

Fakat her güzel şeyin gibi, bu dakikaların da sonu gelmişti. Yayın bittiğinde ve Donghyuck Mark'a zorlukla veda edip pansiyona döndüğünde yüreğindeki kasırga asla son bulmadı. Damarlarında onun ismi, kulaklarında onun sesi vardı.

Seni tanıdığıma çok sevindim, Hyuck, demişti pürüzsüz sesiyle. Kendine iyi bak.

Uykuya dalan oğlan, uykusunda gülümsedi. O gece, rüyasında ilk kez Mark'ın yüzünü görmüştü.

\\\

adult contemporary, markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin