Nasıl yani?

334 45 68
                                    

Yavaş ve çekingen adımlarım ile Yiğit'in beni beklediği yere gelmiş, elimi yüzümün hizasına kaldırarak selam demiştim. Hala yanından geçip giden Selin'in arkasından bakan Yiğit, dalmış olacak ki sesimi duyması ile birlikte irkilmiş ve benden daha acemice verdiği selam ile beni karşılaşmıştı. Bir kaç saniye ikimizde sessiz kalmış sonunda sessizliğimizi Yiğit'in sesi bozmuştu.

"O iyi mi? Yani yanımdan geçtiğinde kötü gözükmüyordu" kafası karışmıştı haliyle. Sabah hıçkırıklarla ağlayan kızın yüzünde hiç bir üzüntü ifadesi olmadan yanından geçip gitmesi ile. Ben de tüm gün şaşırmıştım Selin'in bu haline. Ve bol bol da hayranlık duymuştum bu kadar güçlü oluşuna ta ki son ders öncesi çok yoruldum rol yapmaktan diyene kadar.

"Hayır. Pek iyi olduğunu söyleyemem ama tüm gün iyiymiş gibi rol yaptı. Biran önce eve gitmek için can atıyordu"
"Anladım. Umarım yarına bir şeyi kalmaz" demiş ve eli ile yürümem için işaret etmişti. Nasıl düzelsin ki? Babası olacak o adam hepsinin hem bedenlerinde hem de ruhlarında asla unutmayacakları yaralar açmamış mıydı? Dilimin ucuna gelen kelimeleri zorlukla bastırıp geri yollamıştım. Hiç tanımadığım birine Selin'in özelini anlatacak değildim. Ama acısı öyle dokunuyordu ki bana, tüm sözcükleri tek nefesle havaya salsam belki rahat edebilecektim.

"Umarım" diyebildim sadece olmayacağını bilsem de. "Bu arada benimle ne konuşmak istiyorsun?" sorusunu ona yöneltmiş ve içimden de lütfen benden hoşlanıyor olmasın lütfen diye dua ediyordum.
"Şu sokağın altında bir kafe var. Bir şeyler içip öyle konuşsak vaktin var mı?"
"Aslında fena olmaz. Bir kahveye hayır diyemem" deyip gülmüş adımlarımı hızlandırmıştım.

Camlarında eski Türk sinemasının yıldızları ile kaplanmış bu güzel kafenin içine adımımı attığım an kendimi nostaljinin kalbine bırakıvermiştim. Sanki biraz sonra Burak buraya gelecek, benim bir başka erkekle kahve içtiğimi görünce aslında bana aşık olduğunu fark edecek ve kolumdan tutup ya benimsin ya kara toprağın diyecekti. Düşüncelerimin komikliği yüzüme yansımış olacak ki "neden gülüyorsun?" diye sormuştu Yiğit. Sorarken beni düşürdüğü ilk gün ki yandan gülümsemesi de yüzündeydi. "Kapıda eski Türk filmleri yıldızlarını görünce aklımdan bir filmin sahnesi geçti önemli değil" demiş elimi yukarıdan aşağıya doğru sallayarak geçiştirmek istediğimi belli etmiştim.

Kafenin, boş olan, cam kenarındaki kırmızı deri koltuklarına oturmuş ve kahve söylemiştik. Kahveler gelene kadar da havadan sudan konuşmuştuk.

"Eylül ben aslında bunu nasıl söylerim bilmiyorum. Uzun zamandır söylemek istiyorum ama bir türlü cesaret edemedim." demiş ve kahvesinden büyükçe bir yudum almıştı. Büyük elleri ile bardağı tuttuğunda sanki havayı tutmuş içine çekiyormuş gibi görünmüştü.

"Ben aslında baya çekingen biriyim" dediği sırada oldukça şaşırmış ve "sen mi?" demekten kendimi alıkoyamamıştım. Evet anlamında kafasını aşağı yukarı sallamış ve gözlerini kaçırmıştı. Biraz beklemiş ve benden herhangi bir tepki alamayınca konuşmaya devam etmişti.

"Şöyle ki ilk gördüğüm günden beri konuşmak istiyorum ama bir türlü cesaret edemedim. Sana çarpmadan önce fark etmiştim aslında. Sonra seninle çarpışınca ilk başta bir fırsat yakaladığımın farkına varamamıştım ama sonrasında bir kez daha çarpışınca Hüseyin amcadan ismini öğrenip sana ulaşmaya çalıştım." Lanet olsun. Geliyordu işte. Biraz sonra senden hoşlanıyorum diyecekti. Nasıl reddedecektim. Neden Burak değilde Yiğit'ti karşımda otura . Allahım çok şey mi istiyorum senden. Ne olur dualarımı kabul etsen diye düşüncelerimde savrulurken, böyle şeyler söylememesini umarak bu sefer kahvesinden büyük bir yudum alan ben olmuştum.

"Ben Selin'den çok hoşlanıyorum Eylül." demiş ve konuşmanın başından beri tuttuğu nefesini dışarı salıvermişti. Ben ise oldukça rahatlamış sıktığım omuzlarımı rahat bırakabilmiştim.

Koyu kumral saçları fönlü ve hacimliydi. Gözleri ise tatlı bir kahve idi ve bakışlarında küçük bir çocuğun masumiyeti kendine yer edinmişti. Biçimli burnu tıpkı Selin'in ki gibi bir ressam tarafından çizilmiş gibiydi. Hele sol yanağında ki gamzesi ve dudağının üzerinde yer alan küçük beni ile bir çok kızdan çok daha güzel bir çocuktu karşımdaki. Selin haklıydı. Taş gibiydi bu çocuk. Öyle söz de de değildi. Geniş omuzları, uzun boyu ve kaslı vücudu ile beni kimse yenemez diye haykırıyordu. Selin'in yanına çok yakışırdı. Onları yan yana hayal edince gülümsedim. Nedense bir anda fazlası ile güvendim bu çocuğa. Ama sorunlar vardı. Selin, kimseyi beğenmiyordu. Gerçi daha bu sabah taş gibi çocuk diyen de kendisiydi ama babası ile yaşadığı sorunlardan sonra ilgilenir miydi bilmiyordum.

"Sen şimdi benim Selin ile konuşmamı istiyorsun değil mi?"
"Evet. Yapar mısın?"
"Yapamam. Yani şu an olmaz. Biraz beklemen gerekecek."
"Beklerim tabi. Çok teşekkür ederim" derken yüzüne yayılan gülümseme bu güzel yüzü daha da güzelleştirmişti.

Dönüşte evi benimkinden bir kaç sokak arkada kalsa da bana eşlik etmiş iki yakın arkadaş gibi sohbet etmiştik. Bir yanım Selin için iyi bir aday olacağını düşünüyor, hiç şüphe etmiyor bir yanımda güzel arkadaşları olan zavallı kız modundan çıkamadığım için üzülüyordu. Bu kızlarla arkadaş olduğumdan beri onlara yaklaşmak isteyen herkes benim arkadaşlığımı kullanmaya çalışıyor sonrada benimle hiç sohbet etmemiş gibi beni yok sayıyordu. Ben ise her seferinde neden böyle oluyor diye üzülüyordum. Umarım bu sefer olmaz. Selin ile birlikte olsunlar olmasınlar arkadaş olarak kalırız. Ya da en azından bir selamı esirgeyip yok saymaz diye umarken yılların bize oynayacağı oyunları henüz bilmiyordum.

Normal bir gün olsa çoktan Selin'i arar, Yiğit senden hoşlanıyormuş der ondan aldığım cevabı da aynı hızla Yiğit'e iletirdim. Ama bu sefer hayır demesini bende istemiyordum. Üstelik neden böyle düşündüğümü de bilmiyordum. En iyisi biraz vakit geçirmelerini sağlamak. Bu sefer direkt söylemeyeceğim ve Yiğit'i tanıması için Selin'e fırsat yaratacağım diye karar verdim evin kapısından içeri girerken.

"Geç kaldın Eylül" diyen annem sitem dolu bakışlarını devirmiş ve cevabımı bekliyordu. "Üzgünüm anne haber vermeyi unuttum. Arkadaşla bir kahve içtim"
"Hangi arkadaşla" diye sorarken bir kaşını havaya kaldırmış dikkatle yüzüme bakıyordu.
"Yiğit" demiş ve ismi ağzımdan çıkar çıkmaz pişman olmuştum. Daha yeni sormamış mıydı aşık mısın diye. Şimdi kendi ellerimle bu düşüncesine destek vermiş oldum diye kendime kızarken annemin gülümsemesi düşüncem de ne kadar haklı olduğumu göstermişti. "Normal arkadaş anne. Hatta Selin'den hoşlanıyor ama ona söyleyemediği için bana söyledi" diye bir çırpıda her şeyin özetini geçmiştim. "Nasıl yani? Kendisi gidip konuşamıyor muymuş? Bunlar bizim zamanımızda kaldı sanıyordum." derken gülümsemesi yüzüne yayılmış, küçük kahkahalara dönüşmüştü. Kahkahası bana bulaşmış, gerçekten bu çocukların neyi var kendileri gidip konuşacaklarına benimle konuşuyorlar diye gülerek odama geçmiştim.

Neşeyle geçen yemek faslı sonrası babamın seçtiği güzel bir filmi izlemiş sonrasında da biraz ders çalışmak ve biraz da Selin ile konuşabilmek için odama geçmiştim. Sanki ben ailemle her eğlendiğimde Selin'e karşı suç işliyormuşum gibi hissettiren ağır bir his kaplamıştı her yanımı. Belki şimdi oturmuş odasında ağlıyordu.

"Selin nasıl oldun?"
"Ben iyiyim. Sen beni boşver ne oldu Yiğit ile"
"Bir şey yok ya. Özür diledi işte benden."
"Nasıl yani?"
"Beni kırdığını düşünmüş ve yüzüme karşı özür dilemek istemiş o kadar" demiş ve söylediğim yalanların Selin'in iyiliği için olduğunu düşünerek içimi ferahlatmaya çalışmıştım. Sahi bu ara ne çok yalan söyler olmuştum. Oysa en sevmediğim şeylerdendi.
"Peki bakalım. Ben yatıyorum. Yarın evin önünde bekliyorum. Saçlarını bugün ki gibi yapmayı unutma. İyi geceler"
"İyi geceler"

Eylül (BİTTİ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin