"seungmin neden akşam yemeğine gelmedi" minho jisung un yavaş adımlarına uymaya çalışırken bir muhabbet başlatmak amacıyla karşısındaki jisunga yönelttiği sorunun ardından resmen bir dağın tepesinde bulunan hogwarts şatosuna uğrayan soğuk rüzgarların etkisiyle kapuşonlusuna sıkıca sarılmış ve arka kapıdan aşağısında hagridin kulübesinin, ardındaki yasak ormanın ve biraz daha uzakta şamarı söğütün göründüğü geniş bahçeye çıkmıştı.
"kendini pek iyi hissetmiyordu, akşama da ateşi çıktı biraz. sanırım ilk defa yenilmeyi kendine yediremediği için bu halde. felix ile hastane kanadındalar şimdi" minho anladığını belirten mırıltılar çıkardığında, bu soğukta içten içe donarken dışarı çıkmış olmanın çok saçma olduğu kanısına varmıştı. yine de söz vermişti bir kere. korkmadan onunla birlikte yasak ormana gidecekti. onunlayken korkmuyordu zaten ama başlarına bir şey gelebilecek olması nedeniyle endişeli olmadığı söylenemezdi.
"seungmin çok hırslı, seçmen şapkanın neden karar vermek için 12 dakika boyunca düşündüğüne anlam verebiliyorum"
jisung ben de diyerek söylenirken ikili çoktan yasak ormana dalmıştı. şimdi kuş cıvıltıları ve belirsiz uğultularla dolu korkutucu ortamda yürürlerken çıkardığı asayla etrafı aydınlatabildi minho. büyünün her türlü kolaylığı sağlaması onu cidden hayran bırakıyordu. bunun yanında bu okuldaki tüm bu bilgileri ve büyüleri öğrenip eve geri döndüğünde kendi muggle dünyasında yaşamasının ve onlara hiçbir yarar sağlayamamasının bencilce olduğunu da düşünüyordu.
sahi, o tam olarak nereye aitti? buraya geldiği ve yatılı olarak aylarca eğitim gördüğü bu devasa ve harika ortamda çok mutlu ve buraya ait gibi hissediyordu. ancak belki de hak etmiyordu? buraya her geldiğinde o sıradan yaşantısını rafa kaldırmak zorunda kalması bile ona ailesine ve çevresine haksızlık ettiğini düşündürüyordu. yine de çoktan altı yıl olmuştu ve çoktan bu ortama alışan minho bir yandan da, artık ne yapacağım? diye düşünmeden edemiyor, hangi dünyayı seçeceği konusunda ikilemde kalıyordu.
işin aslı, evet. minho bir bulanıktı. bu kelimeyi artık kimse kullanmıyor sanabilirdiniz ancak minho fazlasıyla işitmişti. ve bu kelime ilk yıllarında tamamı safkan olan, büyük slytherin öğrencilerden gördüğü zorbalıkları hatırlattığı için onu içten içe boğuyordu
ve artık neredeyse kimsenin bilmediği bu sırrı tek başına yüklenmeye çalışmak kendisine ağır gelmekteydi. yıllardır herkese yuva olan bu ortamda içine kapanmasına ve herkesin dilinden düşürmediği sessiz çocuk olmasına yol açması da bir o kadar sinir bozucuydu. yine de uyum sağlamak zorunda hissediyordu. ama artık tek başına taşımak istemediği kanısına vardı. özellikle onun yanında ilerleyen ve yanından ayrılmayacağız sürekli hissettiren, sürekli kafasını kaldırıp ağaçların ardından görebildiği kadarıyla gökyüzündeki yıldızları izleyen ve bunu yaparken farkında olmadan gülümseyen, sadece onunla yürüdüğü için bile içi huzurla dolu olan jisungu uzunca izledi. çoktan epey ilerlemişlerdi, doğrusu düşüncelerle boğuşurken ne ara buralara geldiklerini bile fark etmemişti. uzakta çok daha küçük kalan hogwarts şatpsuna baktıktan sonra bir ağacın dibine oturdu ve sırtını yasladı. derin nefesler alarak kendini kafasına dolan kelimenin boğucu etkisinden kurtarmaya çalıştı. kafasındaki tüm sorunların çözümü için karşısında duran jisunga bakmasının da yeterli gelebileceğini ne zaman keşfedecekti?onun durduğunu gören jisung da ne kadar çabuk yorulduğunu düşünerek onunla dalga geçmeye hazırlandı. sonra aklına bu kadar çabuk yprulmasının normal olmadığı geldi. nihayetinde o, haftada 4 kez quidditch antrenmanına giden ve süpürgenin üzerinde en çok efor sarf etmesi gereken bir arayıcıydı ve yorulmaya alışkındı. ardından, her zamanki normal ifadesi yerine gözlerindeki kırık bakışları gördüğünde ona takılmaktan vazgeçti. sadece gözlerine bakarak onu nasıl anlayabildiği bilmiyordu. belki de minho duygularını yeterince gösterebilen birisiydi ancak insanlar onu anlayamayacak kadar aptal ve kördü. ya da bir ihtimal onun ruh eşiydi ve bu sayede onunla ilgili her şeyi yalnızca o fark edebiliyordu. bu düşünce ne kadar saçma gelse de, üstüne düşünmekten ve düşüncelerinden hoşnut olmaktan kendine engel olamadı jisung. sonra işittiği titreyen sesle adeta onun da içi titredi. içinde bir yerleri bu cümle ve bu üzgün ses tonu epey yaralamıştı.
"ben bir bulanık kanım jisung" demişti minho o titreyen sesiyle. soğuktan mı yoksa bunu söylemekten korktuğundan mı olduğu belirsizdir. jisung da üzerine düşünmek istememiş ve hemen ona destek olmak amacıyla yanına çökmüştü.
"neden kendine böyle diyorsun" demişti yaklaşınca onun üzgün ve her an ağlayabilecekmiş gibi bakan ifadesini gördüğünde. ilk defa bu ifadesiyle karşılamış, çok kötü hissetmiştim. onun üzgün olması kendisine de zarar veriyordu ve bunu kabul edebilmesi bile bir cesaret örneğiydi.
"çünkü tamamı safkanlarla dolu olan slytherin binasında lanet olası bir muggle doğumluyum"
büktüğü dizleriyle yüzünü kapatmaya çalışan ve olur da gerçekten ağlarsa bunu görmemesini isteyen minhoyla inat, jisung elini yüzüne uzatmış ve kafasını kaldırıp kızarmış gözlerine doğrudan bakarken onu bu kadar yaralayan şeyin ne olduğunun farkına varmıştı.
"muggle doğumlu olmak kötü bir şey değil ki. nihayetinde sen yetenekli bir büyücüsün, safkan olduğu halde bile senin gibi yetenekli olamayan birçok kişi var."
minho karşısındaki kendisini teselli etmeye çalışan çocuğa inat ağlamaya başlamıştı. ondan küçük gibi duran jisungun karşısında bir çocuk gibi ağlıyor ve bunu durduramadı için lanet ediyordu. bu konudan her bahsettiğin neden böyle olduğunu bilemiyor olmasının yanında engel olma çabaları da her seferinde başarısızlıkla sonuçlanıyordu. en azından şimdi kendisine destek olan o hüngür hüngür ağlamaya başladığında sakince yumuşak saçlarını okşayan birisiyle birlikte olduğu için mutluydu.
jisung ne yapacağını bilmiyordu. açıkça eli ayağına dolaşmıştı ve yardım edemeyeceğinin farkındaydı. kafasını eğip ağlayan mşnhonun bu halini görmek onu paramparça ediyor, hep özenle taralı olan saçlarını okşamayı becerebiliyordu. ardından bir de sarılmanın iyi hissettireceğini düşündüğü için ona karşı kollarını açtı ve kocaman sarılmayı denedi. bunu yaparken içini dolduran kokusu bile onu rahat ettirmemişti ağladığını görmekten gerçekten nefret etmişti.
"sen haklıydın" dedi ona sarılan jisungun ardından konuşmaya başlayan minho, içindeki bütün düğümleri onun önünde çözebiliyor ve tüm duygularını açıkça gösterebiliyordu.
"bu benim kişiliğim değil ama böyle olmadığım sürece dışlanacağımı biliyorum jisung, ne yapacağım?"
jisung onun parlak damlalarla dolu olan gözlerine bakarken "sadece korkma" dedi. "birisinin nasıl doğduğu değil nasıl büyüdüğü önemlidir der dumbledore, hogwartsta en ufak dahi olsa büyücü yeteneği bulunan herkese ihtiyaç vardır. öyle ki sende tüm bu yetenekler fazlasıyla varken bunun için kendini üzmen ve saklaman saçma. kimsenin yanında kendin gibi olamamak seni üzer, ama başka türlü yapamayacağını düşünüyorsan da bana gel, hep yanımda ol. ben seni hiçbir zaman dışlamam veya yargılamam minho. sakın unutma"
minhonun hala damlalarla dolu olan yüzünü kocaman bir gülümseme kapladı. bu duygu değişimine analm veremiyor ancak onun kendisine söylediği her cümleyle dengesi böyle alt üst oluyordu.
birkaç gündür gördüğü ay ışığının altında parlayan yüzün ilk defa bu kadar yakın ve ilk defa göz yaşlarıyla dolu görüntüsü jisungu büyülemekteydi. ayaklandıktan sonra bir kez daha ona elini uzattı ve minho ayağa kalkıp bir kez daha kendisine uzatılan eli güvenle tuttu.
bundan sonraki yarım saatlik zaman diliminde, hagrid yakalanmadan önce tek yaptıkları, gecenin bir yarısında karanlık ormanda biraz önce ağlamış olmasına rağmen şimdi içindeki büyük huzurla elinden sıkıca tuttuğu ve onun için bir haftada bu kadar değerli olan jisungu asla bırakmaması gerektiğini aklının her bir kenarına yazmak oldu.
_
yazım yanlışları varsa affola kontrol etmeye üşendim bb
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cat|minsung✓
Fanfictiongözü kara bir gryffindorlu ve aynı zamanda animagus olan han jisung, soğuk bir slytherinli olan ve yalnızca kedilerle iyi anlaşan lee minhonun kendisini sevmesi için her gün animagusu olan kediye dönüşüp yanına gitmeye karar verdi. (içeride her türl...