Medya: Tom Odell - Another Love
* * *
Boğazımdaki yumruyu yok saymaya çalışarak telefonu komodinin üzerine koydum. Derin bir nefesi ciğerlerime çekerken gözümden süzülen bir damla yaşı elimin tersiyle sildim.
Kaybetmiştim.
Nasıl yani? Gerçekten bitmiş miydi şimdi? Üstelik suçlu durumunda gözüken kişi benken.
Titreyen bacaklarıma daha fazla karşı koyamayarak yere çöktüm.
Yorulmuştum. Onun peşinde dolanmaktan. Beni sevmediği gerçeğiyle sürekli yüzleşmekten. Onun etrafında dolanan o kadar fazla kişi vardı ki. Üstelik beni ne kadar önemsiyordu? Ben onun yüzünden ne hallere düşmüşken.
Ama tam da şimdi bu kadar yaklaşmışken bunu yapmam çılgınlıktı. Gururum yeni mi ayaklanmaya başlıyordu?
Yerimden hızla doğrulurken komodinin üzerinden telefonu kapıp kapıya doğru koştum. Montumu giyecek vaktim yoktu. Kapıyı açıp merdivenlerden aşağı doğru hızla inerken annemin sesi binada yankılandı.
"Tuana! Nereye gidiyorsun kızım sen!?"
Gelince minik bir azar yiyeceğim kesindi. Fakat bu şu an düşüneceğim son şey bile değildi.
Evet. Gidiyordum. Ne olursa olsun bu kadar yaklaşmışken vazgeçemezdim.
Ona sarılma uğrunda kollarımın sızladığını hissediyordum. Göğüs kafesim özlemden dolayı parçalanacak gibiydi.
Soğuğu iliklerimde hissederken ellerimi sweatshirt'ün ceplerine soktum.
Mesajlaşmamızın üzerinden en fazla 15 - 20 dakika geçmiş olmalıydı. Parkın olduğu civardan çok uzaklaşmış olamazdı. Hatta... Hatta eğer küçük güzel oğlumu çok kırdıysam, o banklardan birine çökmüş bile olabilirdi.
Vicdan azabıyla ezilirken gözyaşlarıma engel olamıyordum. Ben neler yapıyordum böyle? Bu çocuk beni, ben olmaktan çıkarmıştı.
Garip hatta bazen acı verici ama güzeldi.
Nihayet parka geldiğimde bir yandan dua ederken gözlerimi hızla banklarda gezdiriyordum.
"Allah'ım lütfen gitmemiş olsun! Lütfen onu kaybetmemiş olayım."
Yoktu. Gitmiş miydi?
"Hayır, hayır! Batuhan!"
Hıçkırığım boş parkta yankılanırken "özür dilerim," dedim.
"Özür dilerim!"
Sağ tarafımdaki salıncağın hareket etmesiyle irkildim. Neyse ki korku bedenimi ele geçirmeden hareketin sebebi konuştu, "otursana."
Batuhan? Ne? Batuhan!
Bakışlarım zeminden bir an bile ayrılmazken ruhumun her zerresine kazımak istediğim o ses devam etti konuşmaya.
"Yanımdaki salıncak boş. Yani sallanmayı seviyorsan tabi."
Sesi boğuktu. Ağlamış mıydı?
Bu düşünceyle hızla kafamı ona doğru çevirdim. Bana bakmıyordu. Başını geriye doğru atmış göğü seyrediyordu. Ya da bana bakmaktan kaçınıyordu. Sokak lambası yüzüne vuruyor ve rüzgar ıslak saçlarıyla oynaşıyordu. Seyirlik bir görüntü olduğunu inkar edemezdim.
Ah benim küçük güzel oğlum...
"Şey," dedim. "Şey... Elbette sallanmayı severim."
Ses çıkarmadı. Kalbimin ezildiğini hissettim.
Kırgındı ve ben ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilmiyordum.
Soğuğu iyice hissederken ürperdim. Onu kırmıştım ve utangaçlığı bir kenara bırakmam gerekiyordu.
Karşımda aşık olduğum adam vardı!
Küçük küçük adımlarla Batuhan'ın yanındaki salıncağa çöküp yavaşça sallanmaya başladım. Hala göğe bakıyordu.
Bir kaç dakika süren sessiz savaşın ardından dayanamayarak "Batuhan," dedim. "Bir şey demeyecek misin?"
Susmaya devam etti.
"Yüzüme bakmayacak mısın?"
"Gelmeyeceğini söyleyen sen," dedi. "Şimdi yüzüne bakmamı mı istiyorsun?"
Sahte bir gülüş attı. "Çok daha farklı olabilirdi," diye devam etti sözlerine. "Sen o kadar acımasızlaşmadan önce de burada bekliyordum. Heyecanla. Gelecektin ve güzel bir kaç saat geçirecektik belki. Ben sallanmayı çok severim. Sallanırken dinlediğim özel şarkı eşliğinde birlikte sallanırdık belki diye düşünmüştüm." Ses tonu avaz avaz kırgın olduğunu haykırıyordu.
Ne diyeceğimi bilemiyordum. Ben yutkunmaya çalışırken Batuhan konuşmaya devam ediyordu.
"Şimdi yine geldin. Ama ben yarım saat önceki gibi değilim. Kalbim yarım saat önceki gibi değil."
"Ben özür diler-"
Batuhan salıncaktan hızla kalkarken "özür dileme," dedi. "Özür dile diye anlatmıyorum tüm bunları. Sadece ne yaptığını bilmelisin diye düşündüm."
Parkın çıkışına doğru seri adımlarla ilerlerken ruhumun tam orta yerindeki yangın her zerremi sarmaya başlamıştı. Kaybetme korkusu nefesimi kesiyordu.
"Batuhan! Yorulmuştum anlıyor musun? Beni istemediğin gerçeğiyle her gün yüzleşmekten, yanındaki değil de etrafındaki bir yığın insandan biri olmaktan... Benimle öylesine konuştuğunu düşündüm."
Olduğu yerde durmuş arkasını dönmeden beni dinliyordu. "Biliyor musun? Beni çok iyi tanıyormuş gibi ahkam kesiyordun ya," dedi alaylı bir ses tonuyla. "Sen beni hiç tanımamışsın."
Kırıcıydı.
"Anlıyorum, kırgınsın. Kırgınsın ve eşitlenelim mi istiyorsun? Ama biz bu konuda asla eşitlenemeyiz Batuhan. Senin beni kırdığın kadar kıramam çünkü ben seni. Bu imkansız!"
Hışımla bana doğru dönerek, "ben seni hiçbir zaman bilerek kırmadım aptal!" diye bağırdı. Gözleri gözlerimle buluşurken yükselttiği sesi kısıldı. "İşte aramızdaki fark da bu."
Yağmur hafif hafif çiselemeye başlamıştı. Bakışları yüzümde dolanırken utanç ve rahatlama hissiyle harmanlanıyordum. Rahatlamıştım çünkü artık beni görmüştü. Beni görmüştü!
Islak saçları gözüme tekrar çarparken "hasta olacaksın," dedim kısık bir sesle. "Hasta olursan fena vicdan azabı çekerim."
Hala dikkatle yüzümü incelemeye devam ediyordu. Ona doğru bir kaç adım atarken "ben tüm o söylediklerimde samimi değildim," dedim. Hızlanan yağmur sakalsız yüzünde yol çizerek çenesine ulaşıyordu. Şimdi ıslak olan uzun kirpikleriyle çevrelenmiş açık kahve gözleri titrekti. Tıpkı onun gözleri gibi sesimin titremesine karşı koymaya çalışarak konuştum. "Şey... Beni affetmeni isteyebilir miyim?"
Kokusunu ciğerlerime çekecek kadar yakınındaydım şimdi. Kollarımı boynuna dolayacak kadar yakınında. Kollarımı boynuna dolayacak kadar yakınında!
"Batuhan. Ben, yani... Sana sarılabilir miyim?"
- bölüm sonu -
Ayayyaaay biz geldiiiik! Bölümü nasıl buldunuuuuz? Yorumları merakla bekliyoruuum 💜
ŞİMDİ OKUDUĞUN
barmen | Texting
Short Story0552*******: Kıvrak parmaklarınla şişeleri çevirip kadehlere doldururken ne kadar seyirlik bir gösteri sunduğunun farkında mısın? 0552*******: Ne katıyorsun içkilere? 0552*******: O geceden beri sarhoşum 0552*******: Ne yaptın bana? 0552*******: Sen...