"otur bakalım masaya"
Benim oturmam için çektiği sandalyeyi yavaşça oturmuş anlamsızca ona bakıyordum çünkü bunlar bana fazlaydı. İnsanların bu kadar çabuk değişeceğine inanmıyordum. Pişman mı olmuştu acaba diye düşünüyorum ama bu Taehyung' du. Hiçbir zaman pişman olmazdı hiçbir zaman özür dilemezdi o hata yapmazdı. Ama ne olduysa bir kaç saattir bana çok iyi davranıyordu.
"Şimdi... senin için çorba yaptım öncelikle bu içilecek." Burnum tıkanık olduğu için koku alamıyorum bu yüzden böyle bir şey yapacağı aklımın ucundan bile geçmiyordu.
Donmuş kalmıştım resmen. Çok şaşkındım ve o da bunun farkındaydı. Bence o da kendisinin neden böyle bir şey yaptığı hakkında fazlaca şaşkındı.Biz bu değildik. Bizim hiç böyle bir ilişkimiz yoktu. Hiçbir zaman olacak gibi de değildi. Ben cidden kafayı yiyordum. Onun tahtarevallisinde bir aşağı bir yukarı gidip geliyordum. Park onundu, oyun onundu ben de sadece bir piyonu.
"Ben kendim içebilirim" önüme koyduğu kaseden bir kaşık bana doğru uzatınca açıkçası utanmıştım. Bugün beklemediğim hareketler yapıyordu. Beni sersem birine çeviriyordu. Amacı neydi anlayamıyordum. Sağ gösterip sol vuruyordu. Beni yoruyordu ama sesim dahi çıkmıyordu işte. Sorun buydu kesinlikle.
"Ama ben içirmek istiyorum hadi..." burnumun tıkanıklığından dolayı hafif aralıklı olan ağzımı biraz daha açmış ve o da kaşığı usulca ağzıma sokmuştu. Biraz sıcaktı ama öyle aman aman bir şeyi yoktu. Zaten şu an tek düşündüğüm ve gördüğüm Taehyung'du ve onun inanılmaz gelgitleri.
Ki bu olay soğan tadını alana kadar sürdü. Gerisi ise benim ikinci kaşığı ağzıma vereceği zaman kafamı yana çevirip yüzümü buruşturmamla son bulmuştu.
"Taehyung ben bunu içmem" şaşkınca bana ve elindeki kaşığa bakmış yavaşça kaşığı kendine çevirip çorbayı içmişti. Bir iki kere ağzını şapırdatmış iyice tadını almıştı.
" Tadı falan kötü değil gayet iyi neden içmiyorsun?" bir annenin çocuğunu azarlar gibi kaşlarını çatmış merakla cevabımı bekliyordu ve sanki her an elinde terlik belirip popoma vuracakmış gibi geliyordu. Ağlamak istiyordum. Çok güzeldi işte her şey. Biri sanki büyü yapmış gibiydi ve ben bu büyü bozulmasın diye her ne kadar nefret etsem de hasta olmaktan asla bıkmazdım ve her zaman bunu dilerdim. Tanrıya bundan sonra sanırım tek duam da bu olacaktı artık.
"çünkü içinde soğan koymuşsun. Ben soğandan nefret ederim." kaşları çatık beni dinlemiş sonrasında kaşığı tekrar kaseye daldırıp karıştırmaya devam etmişti.
"olabilir sevmeyebilirsin ama seni iyileştirecek şey bu Jeongguk" tekrar doldurduğu kaşığı bana doğru uzatmış ağzımı açmam için ağzını açıp kapamıştı. ama içemezdim işte. Sevmiyordum hatta nefret ediyordum. Soğan yiyebilmem için onun kokusunun iyice gitmesi lazımdı. Bu da benim takıntımdı.
"hayır içmeyeceğim." kafamı yana çevirmiş resmen çocuk gibi dudak büzmüştüm. Normalde olsa asla buna kalkışmazdım çünkü bana edeceği laflar o kadar ağır olurdu ki kaldıramazdım altında ezilir kalırdım. Ama nedense içimden şımarıklık etmek gelmişti. Sanki gerçek beni ortaya çıkarmış gibiydi.
"Ben onu bunu bilmem jeongguk bu çorba içilecek. Bana söz verdin mızmızlanmayacağına sözünde dur." haklıydı biliyorum bu yüzden kısaca oflamış ve ağzımı açmıştım. Aslında tadı iyiydi ama işte soğan vardı.
son damlasına kadar içirdiği çorbayı artık ağlayarak bitirmiş hemen ardından ılık su içmiştim. Daha fazlası olarak ise kusmak istiyordum. Çünkü önüme koyduğu şuruplar ve ilaçlara bakarken baygınlık geçirmek üzereydim.