i (do) n't care his tears

1.5K 191 280
                                    

bu sefer daha erken geldim ha

O sabah içimde, kalbimin civarlarında, görmezden gelemeyeceğim kadar büyük bir boşlukla uyanmıştım. Doldurmaya çalışsam da eskisi gibi olmazdı, yapabileceğim tek şeyin alışmak olduğunu biliyordum. Ağlamak yoktu, üzülerek kendini yıpratmak yoktu, düzeltmeye çalışmak hiç yoktu. Çünkü onlarca emekle yapılan bir yapbozu dağıtırsanız ne yeniden yapmaya heves kalırdı ne de inanç.

Dudaklarıma bir gülümseme yerleştirip toplamayı hep kahvaltı sonrasına bıraktığım yatağımı düzeltmeye başladım. İşim bittiğinde odamdan çıkmak istememiştim. Mutfağa gitmek istemiyordum çünkü yemek yemeyi sevmeme rağmen kahvaltı yapmaktan hoşlanmazdım. Annem yine odama gelip zorla beni masaya oturtacak ve tabağıma çeşit çeşit kahvaltılık doldurup yememi emredecekti. Ve ben yine birkaç lokma yiyip bırakacaktım.

Düşüncelerimle birlikte derinden gelen bir oflama çıktı dudaklarımın arasından. Ağrıyan başımı daha da ağrıtmamak için annem gelmeden mutfağa gitmem gerekiyordu. Odamdan çıkmadan önce son kez aynadan gözlerime baktım. Soğuk suyla yıkamak iyi gelmişti, normal gözüküyorlardı.

Kapımı açıp mutfağa yöneldiğimde belimin iki yanına sarılan parmaklar beni gıdıklamış ve kıkırdatmıştı. "Hala gıdıklanıyorsun." dediğinde arkamı dönüp kaşlarımı çattım yalandan. "Sen de hala gıdıklıyorsun." Önce benim gibi kaşlarını çatmıştı, birbirimize birkaç saniye öyle baktıktan sonra dayanamayıp
annem bizi çağırana kadar gülümsemiştik.

Babam ve ben her zamanki yerlerimize otururken annem de son tabağı masaya koyup yerine geçmişti. Bu sefer canım o patatesleri yemek istemişti, iştahım olmasına şaşırmıştım. Her şeyi unutup patatese odaklandım ve yemek için biraz tabağıma aldım. "Az önce Jungkook'un annesini aradım Chaeyoung." Annemin sözleriyle unuttuğum her şeyi geri geldi ve ağzıma götürdüğüm patatesi tabağıma düşürdüm. Oysa bana bakmadan devam etmişti. "Dün akşam eve geç gelmişler, Jungkook'un hasta olduğundan haberleri yokmuş, zaten şu an işteymiş ikisi de. Pazar pazar ne işi ise." 'Ah anne, çünkü Jungkook hasta falan değil.' demek istesem de sessizce yutkundum dudaklarımı birbirine bastırıp.

Çenesiyle tezgahın üzerindeki poşeti gösterip korktuğum o şeyi istedi benden. "Hasta çocuk kahvaltı hazırlayamaz, aç kalır. Ben bir şeyler hazırladım, götürürsün az sonra."

Pekala, onu görmek istemiyordum.

Onu kesinlikle görmek istemiyordum.

O ve görmek kelimelerini aynı cümlede kullanmak bile istemiyordum.

Ama annemin ısrarcı bakışlarına karşı gelemezdim, aramızdaki olayları anlatmaya hiç niyetim yoktu zaten. Bu yüzden kaçan iştahımla birlikte kalktım ve poşeti elime alıp askılıkta duran hırkamı giydim. Dışarı çıkıp yavaş adımlarla yürümeye başladım, evlerimiz birbirine çok yakındı. Keşke, dedim içimden. Keşke biz uzaklaşınca evlerimiz de uzaklaşsaydı.

Onu görmek istemediğimi söylemiştim, bu yüzden poşeti kapının önüne bırakacak ve zile basıp kaçacaktım. Basit bir plan olsa da işe yarar olduğu kesindi, onu görmeyecektim, o da beni.

are u still bored • rosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin