Hepimiz bazen birileriyle o kadar yakınlaşırız ki dostluğumuzu ya da kardeşliğimizi hiçbirşey engelliyemiyormuş gibi görünür.Bizi ayıran küçücük bir köprü vardır. Hepsi o kadar ama tam sen bu köprüye adım atacakken sana şu soruyu sorarsam "bu köprüyü geçip bana gelirmisin?", işte o anda artık bunu istemeyiverirsin.Sorumu tekrarlarsam öylece suskun kalırsın.O andan itibaren aramıza dağlar ve azgın nehirler girer.Bizi ayıran ve birbirimize yabancılaştıran duvarlar bitiverir önümüzde ve bir araya gelmek istesekte artık yapamayız ama o küçücük köprüyü düşündüğünde sözcüklere sığmayacak kadar büyüverir gözünde yurkunur ve şaşar kalırsın.
İlginç bir öykü şunu bir daha gözden geçirelim, bir kişi köprüyü geçmek üzere yani öteki kişiye yakınlaşıyor.O anda karşındaki kişi o kişinin zaten yapmayı düşündüğü şeyi yapmaya davet ediyor. O zaman birinci adam adım atamıyor. Çünkü artık yapacağı şey diğerine boyun eğmak gibi geliyor. Belli ki yakınlaşma yolunu engelleyen şey GÜÇ.
Bu demekki o kişi olumlu duygular ifade etmeyi güce boyun eğme olarak yorumluyor. Sıradışı bir anlayış ona yakınlaşmak böylece imkansızlaşıyor. Gizli yönlerimizi görenlere ve güzel duygular içindeyken bizi yakalayanlara karşı nefret beslediğimizi söylüyor.O anda bize gereken sempati değil kendi duygularımıza hükmedecek gücü tekrar kazanmamızdır.
Nietzsche Ağladığında