12| şehriyâr parkı.

60 14 16
                                    

yenə
bu şəhərdə üz-üzə gəldik,
neyləyək,
ayrıca şəhərimiz ki yox.

dinləyin/23

büyümenin, kirlenmiş gömleklerden ibaret olduğunu anladığım gün, tanrı'nın serçe parmağıma iliştirdiği ipten astım kendimi.

yürüdüğüm yolların adımlarıma değinen ağrıları, her sokak başında farklı bir duvara secde etmem ve vâktin kollarımda ağaran diş izlerinden ibaret olduğunu sandığım günlerin, gövdeme üç beş bıçak yarası açması, bana yıllarca acıyı öksürttü.

işte on üç kasım, gecenin üçü.

şehriyâr parkı.

ayaklarımın altından kayan kaldırımları, gövdemde bir ağrıyla çıkıp, parkın en tepesinde olan manzaraya diktim gözlerimi.

saçlarım, rüzgârın amansız tesirini taşıdığı vâkitlerde boşluğa savruluyordu.

gecenin, gövdeme yarık açtığı vâkitlerdi bunlar, bilirdim.

gözlerim, ayaklarımın altında, gözlerimin önünde, çocukluk ağrılarımda, saçlarımın rüzgârında, dudaklarımın çatırdayışında, uzaklarda, ufuklarda, aynı zamanda hep avuçlarımda olan şehre; bakü'nün o amansız güzelliğine değindi.

âşıktım bu şehrin tüm kederlerine. tüm çığlıklarına. tüm ışıklarına. tüm karanlıklarına. ve sokaklarından eksik olmayan nota gibi kederli insanlarına.

yanımda beliren gölgeye çevirmeden gözlerimi, güzelliği baş döndürücü olan sesini duydum hâyyam'ın, tam başucumda.

“şimâl havva aydın,
tanrı'nın bana armağanı gibisiniz.”

nefesi, saçlarımın arasına sinip geceye karıştığında, gözlerimi yumup, sesinin şehvetine bıraktım kendimi.

bir kemanın en vurucu notası, bir şiirin en can alıcı dizesi, ufuklara daldıran bir fars müziği yahut da yirmi yılı aşkın ömrümde duyduğum en kırgın seslerden biri; boynuma değen nefesin sahibi kadar acımasız davranmamıştı.

“gözlerinin buğusunu, nefesinin hışırtısını, saçlarının arasına değen rüzgârı gözârdı edip sadece güzelliğine ağlayacağım bu gece.”

tok ve kalın çıkan sesim, dudaklarımdan dökülen kelimeleri tatmin ederken, yüzümü yüzüne döndüm.

aramızda kalan kısa mesafe, alnını alnıma yaslaması ile son buldu. nefesim soluğuma tıkandı. gözlerini kapatmıştı. iki kaşının ortasında yaranan kırışıklığa, bir ömür verilirdi. gözlerimi yumdum usulca, güzelliği nefesimi kesmeden saniyeler önce. nefesleri dudaklarıma her çarpışında, kaburgamın altı kanıyordu.

“şimâl, yan yanayız.”

“hâyyam, nefes nefeseyiz.”

ilk kez o an, ağır ağır yutkunuşunu işitti kulaklarım. hiç bir şey söylemek gelmedi içimden, sanki tanrı dilimizi ellerimizden almış da, ânın güzelliğini bozmayalım diye yaslamıştı bizi bir birimize.

kolunu, belime sardı usulca. bedenini tamamen bedenime yasladığında, siyah gömleğinin yakalığına değdirdim parmaklarımı. nefeslerim, nefeslerine akıyordu.

“tanrı seni göğün üzerinden koparmış, avuçlarıma bırakmış.”

dudaklarından dökülen her kelime ile, bedenini bedenime daha fazla yasladı. ellerim boynunu keşfe çıktı. yakalığında gereğinden fazla oyalanan parmaklarım, dudaklarımın arasından çıkan nefeslerin rüzgâra çarpmadan onun nefeslerine vuruşu, hafif dalgalanan saçlarım, belimde usul usul gezinen elleri.. sarhoş olmuştum. güzelliği hiç şüphesiz bir kadının başını döndürecek cinstendi. tanrı'nın onu yaratırken elleri yanmış olmalıydı.

ikimiz de aynı anda, aynı nefessizlikle gözlerimizi açtığımızda, gözlerinin yeşilinde gördüğüm o karmaşıklık/dağınıklık, duraksamama neden oldu. gözlerinin içinde bir savaş varmış gibi güzeldi gözleri. yeşilin en ağır tonu, en zayıf tonu ile iç içe girmişti. bakışları koyulaşmıştı. tanrı onu yaratırken gözlerine ellerinin külünü dökmüş olmalıydı.

gözleri dudaklarımda uzunca gezinmeden, dudaklarını narince dudaklarıma değdirdi.

nefeslerimden içine bir âh çekip, usul usul raksa çıkardı dudaklarımı. kolları, belimde dolaşırken sırtımın aşağılarına inen elleri, bel kabuğumda kendine yer edindi. ellerimi yüzüne değdirip, karşılık verdim tereddütsüzcesine. yeni çıkan sakalları, parmaklarımı incitti.

şehrin en yüksek noktasında, ufuklardan çalınan “ayrılık” dolarken kulaklarımıza, aynı kederin paydaşı olup, aynı sancıda yakarken bedenlerimizi, ilk kez ruhumun birinin ruhuna karıştığını, iki farklı bedende tek bir ruh oluşumuzu iliklerime kadar hissettim.

ve dedim ki;
galiba tanrı,
yanmış ellerinin izini taşıyan bu gözleri, beni yaksın diye yaratmıştı.

iyirmi üç noyabr,
iki min iyirmi,
09:50.

şimâl ile hâyyam.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin