adımlarımızın seyrek seyrek geçtiği kaldırımlar, dalgalanan saçlarım, boynuma çarpan rüzgârın sesi, avuçlarımda tüm soğuğa inat sıcacık duran elleri.. gözlerimi kapattım.
günbatımından daha muazzam bir şölendi, onun adımlarıma karışan adımları. aksak adımlarım, yanında eğrilince, belime tutundu elleri. bir şeyler mırıldandı, iki dudağının arasında. hâni göğsümün ortası öyle bir yandı ki, dönüp bakamadım yüzüne. nitekim, mecbur etti.
“şimâl, dönsene yüzüme.”
bedeni ile bedenim arasında mesafe yok denecek kadar azken, yüzümü yüzüne döndüm. yeşilleri, tüm yanmışlığımı göğsümün içine sıkıştırdı.
“yarama tuz basar gibi bakma, n'olur.”
dudaklarımdan hâbersizce dökülen kelimeler, yutkunmama sebep oldu. gözleri gözlerimin içine, geceleyin üstüne duman sinmiş gibi bakıyordu. usulca önüme geçip, elleri ile saçlarıma dokundu. yedi saniye. elleri saçlarımda, ikimizin de gözleri bir birimize taş kesilmekten korkuyormuşuz gibi kapalı geçirdiğimiz yedi saniye. göğsümün içinde, amansız bir buhranın başlangıcı olan yedi saniye.
ardından yanıma geçip elimi tuttu. hızlı adımlarla koşturmaya başladı arkasından. adımlarına ayak uydurdum hafif. sonra yoruldum. elini bıraktım.
sokağın ortasında benden bir kaç adım ötede durup, yüzünü bana döndü. gözleri zifir karanlığa inat gözlerime değindi.
“evime gidelim, şimâl.”
“hâyli çiçeğin var, hâyyam.”
kısa, kendini boşluğa bırakan bir diyalog. yanımda belirdi bir kaç adımda. usulca elimi tuttu yeniden. bir şey demedim. bu sefer daha sakin yürümeye başladık. dudaklarının arasında mırıldandığı bir kaç sözcük, zihnimin aralarına karışan bir kaç melodi. ne yaptığımızı bilmeden yürüdüğümüz sokaklar.
önemsemedim.
“şimâl, duysana. şehre ihanet gibi varoluşumuz.”
“kederli şehrin, kederli insanları, hâyyam. tanrı'ya yahut da şu karanlık şehre ihanet edecek kadar ışığımız yok ki bizim.”
“sana sözüm var, şimâl. el ele tutup tüm şehrin ışıklarını yakacağız. sonra da tüm zifiri günâhlarımızla, ışıl ışıl parlayan şehre ihanetimizi kutlayacağız.”
“tüm ışıklar yanınca, biz karanlık kalacağız.” başımı salladım, yolların uzunluğuna dalmışken gözlerim. “tanrı ihanetimizi affetmeyecek, hâyyam.”
“tanrı'nın bize dönmesini istiyoruz şimâl havva,
tanrı günâhlarımızdan inşa ettiği şu amansız şehrin ışıkları gözlerini kamaştırınca,
bize dönecek, söz veriyorum.”
dört aralık,
iki bin yirmi,
14:30.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
şimâl ile hâyyam.
Historia Cortatamamlandı. hâyyam; tanrı ile aynı içki masasına oturmanın günâhı, kırk kez aynı yerden düşmekse kuyuya, kırk kez düştüğüm kuyudan kırk birinci kez çıkmayı da bilirim. havva'nı âdem'in omurgasından yaratmakla, âdem'in omurgasında yangın çıkardı tanr...