Gri Gözler

608 29 12
                                    


 Alita gururlu bir kızdı. Kimseye boyun eğmezdi. Her zaman sorumluluklarını yerine getirirdi. İyi kalpliydi. Bu özellikleri sayesinde yirmi yaşındaki genç kız insanlar arasında bir hürmete sahipti. Güzelliği de kasabanın genç erkeklerini büyülüyordu. Beyaz teni, yeşil gözleri, kahverengi saçları düzgün fiziğiyle birlikte onu kasabanın en güzel kızlarından biri yapıyordu. Ama o, asla böbürlenmezdi. Ne güzelliği, ne de bilgisiyle. Etrafındaki insanlara yardım etmeğe çalışırdı hep. Bu savaşın çabuk bitmesini, abisinin eve dönmesini hayal ederdi. Ve güçlü kalmaya çalışıyordu. Her şeye rağmen. Kayıplarına rağmen. Babasının bu hayattan göçüp gittiğine ve onu bir daha asla göremeyeceğine rağmen. Çok sevdiği küçük kardeşinin ateşten elinden kayıp gitmesine rağmen. Abisinin kaderinin belirsizliğine rağmen. Tüm bunların suçlusu olan Almanlara bu kadar nefret etmesine rağmen. Çektiği bunca acının karşısında güçlü olmaya çalışıyordu. Son zamanlarda sık sık hastalanan annesi için güçlü olmak zorundaydı.

Alita'nın en yakın arkadaşı Melanie'di. Aynı yaştaydılar. Alita ve abisi Gabriel'in dostluğu çocukluk yıllarından başlamış. Birlikte oynamadıkları oyun, yaşamadıkları macera yoktur. Çocukluğun samimi arkadaşlığı zaman içinde Melanie ve Gabriel için aşka dönüştü.

Artık bir hafta olmuştu Almanların gelmesi. Kasaba sakinleri için bu zordu. Her kesin yüzünde hüzün, öfke ve korkunun renklerini görmek mümkündü. İçlerinde bir fırtına vardı sanki, bir kafese hapsolmuştu. O kafesin kilidini kırmak da bazılarına paha biçiliyordu.

Hava sıcaktı, yaz aylarıydı. Her yazdan farklıydı bu yaz. Düşmanla birlikte geçirilen ilk nefret dolu yazdı. Çocukların gönülleriyce koşturup eğlenemediği ve kadınların mümkün olduğu kadar dışarı çıkmamaya çalıştığı yazdı. Bazen sabah uyanınca, ya da gece, günün her hangi dilimi birilerinin hapsedildiği, öldürüldüğü, dövüldüğü haberini alıyordu insanlar. Bir şüphe duyarlarsa bunu yapabiliyorlardı insanlara. Ve ya sırf canları istedi diye. Canları istiyor diye kadınlara tecavüz edebiliyorlardı. Bu yüzden günler saatlere bölünmüştü, saatler dakikalara, dakikalar da saniyelere. Her bir saniye sonsuz azapla dolu bin yıl gibi geçiyordu. Halk endişeyi bir kenara bırakamıyordu hiç.

Bu sıcak ve bıkkın günlerden biriydi yine. Alita özel ders verdiği öğrencisinin evinden dönüyordu. Kasabanın merkezindeydi öğrencinin evi. Askerlerin çok toplaştığı, eğlendiği bir yerdi burası. Küçük binalar, etrafında bir kaç esnaf, eczane ve küçük bir meydan. Bazı Alman askerleri burada dikilip, gelip geçen insanlara sataşıyordu. Alita buranın güvenli olmadığını biliyordu ama geçinmek için kazandığı çok az parayı da elden bırakamazdı. Meydandan geçerken Melanie'i patates alırken gördü. Yanına gitti hemen.

"Melanie," dedi "selam, seni gördüğüme sevindim."

Kız bir an şaşırarak cevap verdi:

"Oh, Alita, burada mıydın? Ders için mi geldin?"

"Evet"

Patatesini aldı ve yürümeye başladılar. Melanie patates için esnafın pazarlık yapmadığını söyleyerek söyleniyordu. Bir süredir hastaydı ve Alita bu gün onun daha iyi olduğunu fark etti.

"Melanie, bu gün daha iyi görünüyorsun. Tamamen iyileştin, umarım."

"Daha iyiyim." dedi ve biraz duraksayarak ekledi:

"Gabriel, Gabriel'den haber yok mu hala, Alita? Onu çok özlüyorum. Onun için korkuyorum. Geceler uyuyamıyorum, başına bir şey geldi mi diye endişeleniyorum."

Alita arkadaşına sarıldı, onu teselli etmeye çalıştı:

"Ah canım arkadaşım, bir haber bilsek bir şey söylemem mi ben sana? Bir ay önce en son gönderdiği mektuptan sonrası yok bizde de. Senin için yazdığını da verdim sana zaten. Hatırla, Melanie, ne yazıyordu mektupta? Güçlü olmamızı istiyordu bizden. Onun için fazla endişelenerek kendimizi hasta etmememizi istiyordu."

Melanie istemsizce gözünden akan yaşları sildi.

"Evet, güçlü olmalıyız" dedi ve ekledi: "İyi ki yanımdasın, Alita. Sen de olmasan ne yapardım, bilmiyorum."

Alita hüzünle gülümsedi. Meydandan neredeyse çıkıyorlardı. Birden bir gürültü koptu. Askerler 10-11 yaşlarında bir erkek çocuğunu dövmeye başladılar. Çocuğun çığlıkları, yalvarışları ve askerlerin küfürleriyle gülme sesleri bir birine karışmıştı. Hiç kimse çocuğu ellerinden almaya cesaret edemiyordu. Bu biraz böyle devam etti, artık Alita dayanamadı. Çocuğu döven bir grup askerin içine daldı Almanca "durun, durun, bunu yapamazsınız" diyerek. Askerler afallamış gibi oldular, bunu beklemiyorlardı. Bunu kullanarak hemen çocuğu kendine çekip korumaya çalıştı.

"Bu küçük çocuğun ne suçu var?" Sesi titriyordu. Heyecandan kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Korkuyordu.

Askerler tehdit dolu bakışlarıyla sorusuna soruyla cevap verdiler:

"Kimsin sen? Ona katılmak mı istiyorsun?"

"Ben basit bir kızım. Lütfen izin verin gitsin. Küçücük bir çocuk o"

Alita bu sözleri söylediği sırada askerlere önemli bir "partizan temizleme" operasyonu emri verildi. Hiç istemeseler de onları bırakıp gittiler. Kız şok içindeydi. Askerlerin gittiğine emin olduktan sonra sarılıp herhangi bir darbeden korumaya çalıştığı çocuk karşısında diz çöktü ve onu kucakladı. Gözünden süzülen yaşa hakim olamadı.

Kızın çocuğa yardım etmek için atıldığı anda Melanie önce onu durdurmaya çalışmış, sonra durmayacağını anlayıp onun arkasından koşmuştu. Yere çöken arkadaşına yaklaşarak ona destek olup kaldırdı. Alita çocuğa sarılırken 6-7 metre ileride bir kapının karşısında durmuş onu izleyen bir subaya takıldı gözü. Güneş yüzüne vuruyordu ve gri gözlerindeki ifade iyi görünüyordu. Bu ifade az önceki askerlerin yüzündeki çirkin, tehditkar, sapkın ifade gibi değildi. Kız anlayamadı. Ama gözlerini de birkaç saniye ayıramadı.

Çocuğu arkadaşıyla birlikte evine götürdüler. Çocuğun savaşta babasını kaybettiğini ve Almanlara çok öfkeli olduğunu öğrendiler. Bu yüzden meydandaki askerlere küfretmiş ve ülkesinden defolup gitmelerini söylemişti. 

Eve gittikten sonra o gün meydanda gördüğü subayı aklından çıkaramadı. Onun gri gözlerindeki ifade sanki ona bir şeyler çağrıştırıyor gibiydi ve beyni bir süre daha bunu anlamaya çalıştı.

DÜŞMANLA DANSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin