Bakışlar

446 30 3
                                    


Şafak sökmeğe başladı. Tan yeri ağarmaya. Bahçedeki küçük kümesin horozu öttü. Bir gün daha başladı kasabada. Neler olacağı, hangi tehlikelerin sakinleri beklediği bilinmeyen bir gün. Gece de gürültülü geçmişti Alita'nın sokağında. Gece nöbetinde olan birkaç Alman askeri dışarı çıkma yasağına rağmen karşılaştıkları bir genci öldüresiye dövmüş, sonra zaten kendinde olmayan bu zavallıyı birkaç el ateşle öldürmüştü. Sokaktaki evlerin hiçbirinde uykuda insan kalmamıştı. Kimse de ışıkları açmak için cesaret edememişti. Sonra herkes uyumuştu doğal bir şekilde. Gözleri önünde bir insan öldürülmüştü ama uyumaya mecburlardı. Yarın onun yerinde olmamak için hayatlarını kazanmalılardı.

Alita gece sokaktaki haraketlilikten sonra düşüncelerin ızdırabından uyuyamamıştı. Büyük bir nefret hissetmişti içinde. Aşağılanmış hissetmişti kendini. Her gün aşağılanıyordu ülkesindeki diğer insanlarla birlikte. Alman ordusunun ülkesini işgal etmesi Fransa'nın her vatandaşı için hakaretti zaten. Bazı anlarda bu, kızın içinde büyük bir öfkenin doğmasına sebep oluyordu. Hep vardı zaten, ama bazı anlarda daha yoğun hissediyordu bunu. Bir şeyler yapmak isteği belirdi ve yapabileceği bir şey yoktu. Gücü yetmezdi. Hedefine ulaşamayan bir nefret ve öfke yığını sonunda kendisine yönlendi. Haykırmamak için kendini zor tuttu. Sonunda uyku onu koluna alıp götürdü, kabuslar teslim aldı.

Uyandığında kalbinde bir sıkışıklık hissediyordu. Eski günlerin hayalleri onu kucaklıyordu. Babasının, küçük Leon'un asla geri dönmeyeceği hissi içini sıkıyordu. Gabriel'den haber almaması endişe girdabına sürüklüyordu. Sokaktaki gencin yok olmuş hayatı için üzülüyordu. Yataktan kaktı ama zor olsa da. Kümesteki birkaç yumurtayı aldı ve kahvaltı hazırladı. Annesini uyandırdı. Sıkıca sarıldı ona. Şimdi geriye kalan tek varlığı oydu. Kahvaltı yaptılar sessizce.

Kapı Melanie her geldiğinde çalındığı gibi zarifçe tıklatıldı üç kez. O geldiğinde kahvaltıyı henüz bitirmişlerdi. Bu zarif kızın evlerinde bulunması anneye de, kızına da güzel bir his veriyordu. Şimdi de geldi ve konuşmaya başladılar:

"Gece sesleri duydunuz mu?"

Üzgün bir şekilde cevap verdi Alita:

"Evet. Zavallı kimdi acaba?"

"Sabah ailesi gelip aldı. LeBlanc'ların oğluymuş."

Alita'nın annesi Madam Laurent sordu bu sefer:

"Ne işi varmış gece sokakta?"

"Kasabaya yeni dönüyormuş. Buraya kadar askerlerden saklanmayı başarmış. Talihsiz adam evine 2 sokak kalınca öldürüldü."

Alita yerinde oturamadı ve ayağa kalktı. Odanın içinde sinirle dolanmaya başladı. Melanie onun dikkatini verdiği noktadan ayırdı.

"Alita, bu gün ders vermek için gidecek misin?"

"Ah, evet. Neredeyse unutuyordum. Bir saat sonra gideceğim." Sonra annesine döndü, "Anneciğim, bu gün sadece dinlen. Yeni iyileştin, ama kendini çok yoruyorsun. Ben her şeyi halledicem." Dedi.

Çektiği acılar yüzünden sürekli hastalanıyordu Madam Laurent. Gençliğinde dillere destan olan güzelliği sonbaharın gelişiyle solan bir çiçek gibiydi. Tebessüme rastlanamazdı yüzünde. Gülümsemelerinin sahte olduğu nasıl da belliydi. Gözlerinin ardındaki derin keder gülücükleri gölgeliyordu. Yüzünde çok kırış yoktu daha. Hüznünün yasını tutuyordu ama gözleri. Göz çukurunun içine biraz daha çökmüş, saklanmak istiyormuş sanki. Bakışları burda değildi. Baktığı yere ya da kişiye bakmıyordu. Bir duvar vardı sanki her şeyin önünde. Duvarın üzerindeyse dertleri. Aslında içindeki dertlerdi.

Alita ders yapmaya gitti. Melanie biraz daha Madam Laurent'le kaldı. Sonra evine gitti. Alita eve döndüğünde annesi pencerenin önünde oturuyordu. Kızına bakarak gülümsedi ve yine geçmişin hayallerine kapıldı. Kız yemek hazırlamaya koyuldu. Çok erzakları da kalmamıştı. Verdiği özel derslerden aldığı para zar zor yetiyordu. Bir de annesinin son zamanlardaki hastalanmaları için de ilaçlara çok para harcamışlardı.

***

Alita derse giderken yolda ikinci kez gördü onu. Diğer herkes gibi mümkün olduğunca Almanlara bakmamaya, iletişim kurmamaya çalışıyordu. Ama bu kez gözleri yine bir çift gri gözün esaretine düştü. Keskin sağa dönüşlü bir sokaktı. Sokağın iki tarafında da evler diziliydi. Sağda devam eden sokakta da öyle. Bu sokakların tam kesiştiği yerde bir evin önünde duruyordu. Birden mağrur bakışlarıyla karşılaştı Alita. Yine gözlerini kaçırmadı. Kaçıramadı. O da kaçırmıyordu zaten. Hiç bir şey yapmadan sakince kızı izliyordu. Bu gri bakışlardan çok şey okunabilirdi. Ama okumak istemedi kız. Görmemek istedi. Bir türlü yapamadı ama. Elinde değildi, sanki bir büyü söz konusuydu. Sağa dönene kadar ayıramadı gözlerini o gözlerden.

Eve dönünce yine aklından çıkaramıyordu. Hafızasında bir lekeydi sanki, söküp atmak istiyordu. Kendini kötü hissetti. Neden düşmanla göz göze gelip bunun garip çekimine kapılmıştı? Ne olduğunu anlayamıyordu. Farklı bir şeyler vardı sanki o yüzde, o gözlerde. O yüzden şaşkınlıkla izlemeye devam etmişti. Yine de garip bir his vardı içinde. Birden korku da eklendi bu bulanık duygu karmaşasına. Kasabada bazı şeref yoksunu kızların hayatta kalmayı garantiye almak için işgalci ordunun askerleriyle birlikte olduğunu duymuştu. Bazı kızların zorlandığını duymuştu. Ya gri gözlü bu subayın da onun için böyle çirkin bir düşüncesi vardıysa? Bu düşünce korkudan titremeye başlamasına neden oldu. Tekrar nefret etti tüm Almanlardan ve o subaydan. Olası tehlikeden kurtuluş yolları aramaya koyuldu aklı. Evden hiç çıkmamayı düşündü ama olmazdı. Birkaç kuruş para kazanmalıydı. Subay evini öğrenirse çok kötü olurdu. Her şey beklenirdi onlardan. O yüzden onu tekrar görmesi durumunda evine değil, başka bir yere gitmek kararı aldı. Olay ciddileşirse Mösyö Roussel'dan yardım isteyecekti mecburen. Yardım isteyebileceği başka birisi yoktu ya da aklına gelmiyordu.

Aklında tüm bunlarla endişe kafesinin içinde sıkılırmışcasına uykuya dalmaya başladı yavaş yavaş. Düşündüğü son şey Gabriel'di. Yanlarında olması dileyiydi.

DÜŞMANLA DANSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin