7

224 15 51
                                    

"Şşh, uyu kızım." Derinlerden gelen sesle olduğum yerde sarsıldığımı hissettim. Galiba birinin kollarında ve dahası havadaydım. Kıpırdandığımda bir el başımı sert gövdeye yasladı. "Uyumaya devam et, Nil."

Kimdi lan bu?

Ses tanıdıktı ama uykumda ayırt edemiyordum. Kendimi zorlayarak gözlerimi açtım. Ateş Selvi'nin kollarındaydım ve onun odasına doğru ilerliyorduk. Hafifçe öksürdüm. Çok ağladığım için boğazım acıyordu ve gözlerim ağrıyordu. Klasik bir gündü. "Bırak beni ya, gitsene arkadaşlarının yanına!" Dedim huzursuz sesimle. Boğazım çok ağrıyordu.

Gözlerim abimin üzerindeyken beni umursamadan yürüyen abim kapıyı açtı ve içeri girdi. "Ateşin var Nil, balkon camı açıkken bu havada orda nasıl uyuyakalabilirsin anlamıyorum." Dedi onaylamaz bir şekilde kafa sallayarak. Ardından beni yavaşça alışkın olduğum yatağa bıraktı.

Onun yatağı hep bana daha rahat geliyordu. Bu doğduğumdan beri böyleydi. Ne kadar kızsam da o benim canımdı. Kanımdı. Yine de bizim ailede kan bağı pek önemsenmiyordu.

Malum kan bağı olan kişilerin pek de işe yaradığı söylenemezdi. İşe yarasaydılar, beni doğuran kadın yüzünden bu halde olmazdım.

"Uyuduğumu bile hatırlamıyorum. Hem benim tek Ateş'im sensin yakışıklı." Dedim göz kırparak. Evet kırgın olabilirdim. Üzülmüş olabilirdim. Hatta kendimi yerden yere vurmak istiyor da olabilirdim ama sözleri çarpıtma şansını kaçıramazdım. "Bana küssün sanıyordum." Dedi tek kaşını kaldırarak, ardından da inekli pijamamın fermuarını indirdi. Üzerimden pijamayı çıkarttığında kısa şortum ve sporcu atletimle kalmıştım.

Küçük göğüslerimin olması benim suçum değildi, ben sadece sutyen giymemenin rahatlığını yaşayan yirmi bir yaşında çıtır birisiydim.

Zaman çok hızlı geçiyordu. Annemler hayatımıza gireli on iki sene olmuştu. Yaşadığım şeylerin üzerinden on beş sene geçmişti. Söyleyince kolaydı tabii.

Ve ben hâlâ o dört günün bende bıraktığı hasarlarla cebelleşiyordum. Bir anda aklıma telefonum geldi. "Abi fırlatma sakın, telefonum var içinde," dedim ve pikenin altına girdim. Abimse telefonu çıkarttı ve kapının yakınındaki çalışma masasına koydu. "Üstünü örtme kızım, Bulut gelecek şimdi." Bu adam harbi doktor falan mıydı? Her tıbbi işin altından çıkmasının başka bir açıklaması olmamalıydı çünkü. Yüzümü buruşturarak yattığım yerde doğruldum ve bağdaş kurdum.

Yanımdaki diğer yastığı da kucağıma aldığımda sorular dilimin ucundaydı. "Bu adam da doktor mu hemşire mi anlamadım ama adam akıllı aile hekimini çağırsak ya? Niye uğraştırıyoruz elin malını," tam cümlemi devam ettirecektim ki abim sözümü kesti, "Düzgün konuş Nil, o da bir doktor. Soğuk almışsın biraz, bakacak işte." Demek bu yüzden onun odasındaydık. Odama aile bireylerim, Çisel ve Alkım harici birinin girmesi katiyen yasaktı çünkü kişisel alanımda insan sevmiyordum.

Abim de bunu biliyordu. Bir zahmet bilsindi. "Konuşuyorum diye küsmedim sanma, küstüm ben sana. Bulut gelsin ama sonra sen çık Toprak Selvi gelsin. Hem onun odasına da bırakabilirdin beni." Gözlerimi ceylanına yaklaşan aslan gibi kısarak ona baktım. Odasındaki bardaklı sürahiden kendine bir bardak su koydu. Iy derdim buna, gerçekten ılık su içebiliyordu ve dahası bilerek içiyordu!

Toprak Selvi gelsin, Ateş Selvi gitsin vesaire vesaire! Onlarla küstüğümde abi demek otomatik olarak yumuşamamı sağladığı için adlarının yanına abi eki yerine soy isimlerini getiriyordum. Daha rahat oluyordu.

Toprak abime de beni ispiyonladığı için sinirliydim. Salak abim. Harbi salak.

"Dur şurda Nil," dediği sırada birisi kapıyı tık tıkladı. İçeri giren Bulut, Toprak Abim, Volkan abi ve Evren ile sol kaşım havaya kalktı. Bu ne kalabalıktı lan?

YAĞMURLU İKİ YIL | YARI TEXTİNGHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin