Huzuru tattığımıza göre artık bu huzurda eğlenme vaktimizin geldiğini düşündük. Yeni bir karar değildi bu geçen sene verdiğimiz kararı şimdi uygulayacaktık. Çok istediğimiz kendi evimizde parti verme olayını gerçekleştirmek için sabah erkenden kalktık. Gereken malzemeleri almak için şehre inmiştik. Bizim evimiz daha tepede kaldığı için merkezden biraz ayrıydık. O yüzden merkeze şehir diyorduk.
Sanırım akşam için gereken her şeyi almıştık. Batuhan’ı arayıp, bizi almasını rica etmiştim. Oda beni kırmamıştı ve gelmişti. Özüm’le tanıştırmıştım. İkisinin de dili uzun olduğu için bir laf dalaşı başladı aralarında.
“akşam hangi marka içki alalım ?”
“fark etmez, o görev sende” diye Batuhan’ın sorusuna karşılık vermiştim ki; Özüm’ün “ jack daniels tabi ki de” diye söylendiğini duydum. Batuhan da susar mıydı?.
“bak bak hanım efendi çok biliyormuş da sipariş veriyormuş” o yandan sırıtışını sergiledi. Özüm derin bi nefes aldı, şimdi konuşmaya başlayacaktı ki ben sessiz bir tonda giden müziğin sesini sonuna kadar açtım. Özüm her ne kadar sesini duyurmak için bağırsa da kolonlardan gelen bas yüzünden söylediklerini duymamız imkânsızdı.
Ama tatlıydı görünüşleri. Allah’tan ev yakındı da onları daha fazla çekmek zorunda kalmayacaktım. Batuhan’a, akşam için çocukları aramasını ve davet etmesi görevini vermiştim ve görevi başarıyla tamamlamıştı.
Şimdi gereken tek şey hazırlanıp kıyafet seçmekti…
Özüm’le beraber dolabın önünde dikilmiş, kıyafetlerimize bakıyorduk. Daha önce ilk defa kendi evimizde parti veriyorduk ve çok heyecanlıydık. Uzun zamandır göremediğim arkadaşlarım ve tanımadığım insanlar gelecekti. Bu yüzden ev sahibi olduğumuz belli olmalıydı. En iyi elbiseyi seçmeliydik.
Evin üç ayrı yatak odası vardı. Üçü de üst kattaydı. Biri büyüktü, oda kum beji rengine boyanmış ve çok az eşya vardı. Çift kişilik yatak, koltuk ve küçükte bir dolap vardı. Bir oda kitliydi. Burası küçüktü ve kiler şeklinde kullanılıyordu. Diğer oda ise ne büyük ne küçüktü. İki ranza, bir dolap koyulmuştu ve mavi tonlarının en güzeline hâkimdi. Bu üç odanın manzarası da evin güzel bahçesine ve karşıda ki huzur veren masmavi denize bakıyordu.
“ya biz ne giyeceğiz Allah aşkına” diye yakındı Özüm.
“yuh be kızım, önünde bir sürü kıyafet var seç bir tanesini işte amma abarttın sende” Özüm tek kaşını kaldırmış “öyle mi?” diye sordu. Şimdi laf sokacaktı. “sen ne seçtin bakalım?” diye sordu ve hala tek kaşı havadaydı. Dolabıma bakıp ne seçtiğime baktım. Ama orada seçtiğim bir şey olmadığı için gözlerim öylece dolaba bakakaldı. Uzun bakışmamın ardından Özüm “dolabı giymeyeceksin herhalde” yine haklıydı.
En sonunda karar verebilmiştik. Ben Teyzemin kendi çizimi olan; Asilliğini ortaya koyan siyah dar elbiseyi seçmiştim. Özüm ise kendisi gibi sadelikten yanaydı. Elbiseyi giyince fark ettim ki Özüm gecen aylarda başladığı diyeti bu sefer ertesi gün bırakmamış ve sonucunu gözler önüne sermişti. Giydiği elbise ultra mini ve tam olarak vücuduna yapışmıştı. Onun elbisesi de siyahtı ama griye çalıyordu. ,
Rujumu da sürüp makyajımı tamamladıktan sonra boy aynasına kendimi süzmek için hareketlendim. Aynada gördüğüm yansımama inanamadım. Boyum kısa değildi 1.65 ti ve ülkemizde ki kızların boy oranlarına göre idealdi. Ayağımdaki 5cm lik topuklular beni bir hayli uzun göstermişti.
Birkaç senedir koştuğum için karın kaslarım bu dar elbiseyle daha da ortaya çıkmış kendisini gösteriyordu. Açık kumral olan saçlarım aşağıya doğru, sarıya dönüyordu. Bu elbisenin üstüne saçlarımı dağınık bırakmayı tercih etmiştim.
Kapının çalınmasıyla ancak gözlerimizi alabilmiştik birbirimizden. Hazırdık ve kapı çalıyordu. “geldiler” diye heyecan yaptım bir an “tamam sakin ol” diye yatıştırdı Özüm. “Batuhan sihirli shoutları aldı mı?”telaşım hala üzerimdeydi.
“almaya gidiyorum demişti almıştır herhalde” Özüm e kocaman güldükten sonra susmayan kapıyı açmaya gittim. Oda arkamdan geldi. Kapıyı açtığımda İlk Batuhan girdi içeri. Elindekileri Özüm’e vermesine işaret ettim. Özüm de onları hemen saklamak için odaya koştu…
Batuhan bizimle selamlaşma aşamasını çoktan geçtiği için ev sahibi gibi hemen salona yöneldi. Hemen ardından Nisa içeri girmişti. Direk boynuma sarıldığı için onu hemen tanıdım. Tabiri caizse o hep atılgandı. Bir anda boynuma sarılınca, açıkta kalan ağzımı merdivenlerin oradan kapıya yönelen Özüm’ün uyarısıyla kapattım.
Nisa güzelleşmişti. Fakat huylarının değiştiğini düşünmüyordum. Boyu hala kısaydı, açık ela gözlerinde hala maziden kalan kıskançlığı sezebiliyordum. Nisa beni süzerken “bu sen olamazsın” diye çığırıyordu. Nisa’yı ittirip “birazda bize bırak” diyen sesin sahibini ilk bakışta tanıyamasam da gökyüzünü andıran masmavi gözlerine tekrar bakınca çıkarmıştım. Bu gözlerin sahibi ancak Alptuğ olabilirdi. “hoş geldin” dedim en içten gülümsememle. “Hoş bulduk Tarzan” diye cevap verdi.
Küçükken hep ağaçlara tırmandığım için bu lakabı takmıştı. Yaptığı esprilerle hala içtenliği ve komikliği araya giren onca zamana rağmen ilk zamanlar ki gibi çok tazeydi.
Hemen ardından ona sarılmamı bekleyen kızı fark ettim. Beyaz tenine dağılan siyah saçları ve incecik fiziğiyle dikkatimi fazlasıyla çekti. İstemsizce dilimden kaçan “Yağmur?” ismi çıkıvermişti. Doğruluğundan şüphe duysam da bana gülümsemesinden yanılmadığımı anladım.
“Hanimiş benim fıstığım?” diye elinde güzel çiçeklerle gelen nazik delikanlı ise Tuna’ydı. Çiçek fikrinin ondan çıkmasına şaşmamam gerekiyordu. Çünkü kızlar konusunda o her şeyi bilirdi.
İçeriye doğru ilerlediğinde Özüm’ü de görünce “hanimiş benim fıstıklarım?” diye düzelti cümlesini. Bu iltifatını gülümseyerek kabul ettik. Bana hala inanamayan gözlerle bakıyordu. Elimden tutup bir tur etrafımda döndürdükten sonra “vay be, ne oldu sana böyle? Dikkat et de kaçırmasınlar.” Dedi. Elinden tutup onu da salona doğru yönlendirirken “zaman” diye kulağına fısıldadım.
Özüm’le beraber içki ve çerez servisini yaptıktan sonra güzel bir muhabbet dönmeye başladı. Özüm bizim çocuklarla hemen anlaşmıştı ve yabancılık ekmiyordu. Konu konuyu açıyor, kahkahalar havada uçuşuyordu.
İkimi tazelediğim sırada, duvara yaslanmış etrafı izledim. Herkesin çocukluğum olduğunu ve çocukluğumdan geldiğini hissettim. Küçüklüğümüz masumluğumuzdu, gülüşmelerimizdi. Biz masumluğumuzu paylaşıp gülcüklerimizi etrafa dağıtmıştık ve şimdi tekrardan onlarlayım. Sanki hiç ayrılmamışız gibi.
Ben düşüncelere dalmışken gözlerim birine takıldı…
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gözlerin Karanlığıma Değmesin
General FictionKüçücük omuzlarımıza ne kadar yük almıştık oysa ? Minik ellerimize ne kadar umut verilmişti ve ne kadar hızlı çürümüştü o umutlar? Bir adım atarken, iki adım geriliyorduk bilmeden. Beyazı unutmuş gözlerdi bizi çıkmaz sokağa götüren. Biz neyin ne old...