Kimseden ses çıkmıyordu. Ta ki Araf’ın telefonun çalmasıyla sessiz ortam bozuldu. Herkes hayatını anlatıyordu. Lakin onları dinlemiyordum, aklım hala o küstahtaydı. Sevmediğim ama işyerinde başladığım sigaraya ihtiyaç duyduğumu hissettim. Soğuk rüzgârlar esen balkonumuza çıkıp, sigaramı yaktım. İki parmağımın arasında duran sigaraya bakıp “ya bir gün içimde yanan umutlarda son bulursa” diye içimden geçirdim. Sigarayı her çekişimde alevlenen o küle bakarken, arkamdan “o zaman koca bir kaos başlar ve bu bir hiçten oluşur” diye gelen sesle irkildim. Arkamı dönüp yine o gözlerle karşılaştığımda umursamaz bir tavırla önüme döndüm.
“sigara ?” diye sordu. Paketi ona uzattıktan sonra “dikkat et kaybolma o kaosta” diye devam etti.
“ya kaybolmak istiyorsam” diye soru yönelttim.
“sıradan bir kayıp oluş değil. Yolun seni götürdüğü yere gitmek de değil… Bir hiç uğruna yaşamak” diye açıkladı.
“yalanlar mı sürdü seni de bu kaosa?”dedim.
“kaosta olduğumu söylemedim.” Dedi.
“ama olmadığını da söylemedin” dedim tek kaşımı kaldırarak…
Saat geceyi iki geçiyordu. Yorganları ve çarşafları aşağı indirirken “hamarat kızımız” diye dalga geçene baktığımda şaşırmadım. Tabi ki de Tuna’ydı. Ona dil çıkarıp işime devam ettim ve herkes yerini alırken ben, balkondaki sandalyeme kurulmuştum.
Ne kadar ordaydım bilmiyorum Yağmur’un bana battaniye getirmesiyle uzunca bir süre orada oturduğumu fark ettim.
“yukarı gelmeyince…” diye başladığı cümlesini “merak ettin” diye sonlandırdım. O hep iyimserdi ve zaman onu hiç değiştirmemişti. Çocuk gibi beni elimden tutup içeri çekti. Herkes yatağına geçmiş, ışıklarını kapatmış uyumaya hazırdı. Yukarı çıkarken herkese iyi geceler dileklerimizi sunup bizde yatağımıza geçtik.
Sabah en erken ben kalktığım için fırına gitmekte bana kalmıştı. Döndüğümde Nisa ve yağmuru mutfakta bir şeyler hazırlarken gördüm. Erkeklerde kalkmış yataklarını topluyordu. Tek kalkmayan Özüm’dü.
Merdivenlerden çıkıp Özüm’ün olduğu odaya ilerledim. Tabi ki yatağıyla bütünleşmişti, onu kaldırmak için verdiğim savaşı zorda olsa kazandım. Aşağı indiğimizde kahvaltı hazırlanmış herkes masadaydı.
Tek eksik vardı o da o gözler.
Masa da herkes bir şeyler konuşurken Tuna’ya “Araf neden kahvaltıya kalmadı?” diye soruverdim, içimde ki sesi susturamayarak sanki bananeyse. “Telefon geldi, apar topar çıktı” diye cevap verdi.
Bunu o kadar normal söyledi ki çayı alıp suratına dökesim geldi. Benim arkadaşıma bir telefon gelse ve apar topar çıksa “nereye gidiyorsun” deyip, götüne takılıp, kafasını şişirip patlatacak kadar konuşurdum.
Ben iç sesimle debelenirken suratıma gelen zeytin çekirdeğiyle ortama geri döndüm.
![](https://img.wattpad.com/cover/31524501-288-k271419.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gözlerin Karanlığıma Değmesin
Ficção GeralKüçücük omuzlarımıza ne kadar yük almıştık oysa ? Minik ellerimize ne kadar umut verilmişti ve ne kadar hızlı çürümüştü o umutlar? Bir adım atarken, iki adım geriliyorduk bilmeden. Beyazı unutmuş gözlerdi bizi çıkmaz sokağa götüren. Biz neyin ne old...