Ben düşüncelere dalmışken gözlerim birine takıldı.
Birkaç dakika telefonda konuştu. Uzun boyu gördüğüm kadarıyla da yeşil ve mavinin arasında kararsız kalmış bir renkti. Bir şeylerin ters gittiğini yüzünü incelerken fark ettim. Burnundan aldığı nefesi hızlıca verişinin yanı sıra boynundaki atar damarından anlaşılıyordu. Giydiği lacivert ceketi bronz tenine çok yakışmıştı.
Sırtını bana dönmüş pencereden bakıyordu. Yaklaşık beş dakikada bütün çocukluğumu gözden geçirmiştim fakat bu kişiyi daha önce hiç görmediğime emindim.
Alptuğ’nun “nerelere gidip daldın? Yine hangi denizdesin Tarzan” dediğini duyar gibi oldum.
“lacivert ceketliyi çıkaramadım. O kim?” diye sormamla kafasını o tarafa çevirdi ve saniyesinde dönüp cevap verdi. “Çıkaramaman normal çünkü bu sene tanıştık.”
“Adı ne ?“
“Araf”
“Bir şeyi var sanırım, sinirli görünüyor yanına gitsen iyi olur” diye öneride bulundum.
“Geneli o bunun biz alıştık sende zamanla alışırsın.”
Araf hayatımı özetleyen en kısa kelimeydi. Araf,cennetle cehennem arasındaki boşluktu ve benim hayatım o boşluktan ibaretti.
Özüm’ün heyecanla “hadi biz bize kaldık şu sürprizi getirelim”
“Diğerleri gitti mi?”
“Evet,hadi”
Herkesi salondaki şöminenin önünde toplamıştık. Şöminenin karşısında karşılıklı üçlü siyah koltuklar vardı. Burası siyah gri tonuna göre düzenlenmişti. Salonda kullanılan tek açık renk duvardaki simetrik kitaplıklardı.
Özüm’ün kutuyu sakladığı yerden almaya giderken “hadi ama” diye seslerlin geldiğini duyuyordum.
“Ve hazır” dememle içeriye girdim. Elimdeki tepside 8 tane shout 8 tane limon ve tuz vardı.
Herkes ne olduğunu anlatmam için bana bakıyordu. Hepsi elimdekileri sıradan shout sanmıştı ama değildi. Hemen açıklamaya koyuldum. “Gördüğünüz üzere önünüzde shoutlar. Lakin bu shoutlar sıradan değil. Shoutları diklemeden önce herkes kendi hayatını özetleyen, en fazla 2 kelime olacak şekilde ifade edecek. Shoutları dikledikten hemen sonra bardakların altında duran küçük mühürlenmiş kartları açıp içindekileri sesli bir şekilde okuyacak.”
“ Ki bu kartlarda çıkan birçok insanın başına gelmiş.” Diye dip notta geçmiştim. Ben bunlara inanıyordum ve onların inanmadığını da biliyordum. Bu son söylediğime saçmala dermişçesine bana bakan yüzler kahkahayı bastı.
Herkes istediği shout’ı almış önlerinde bekletiyorlardı. “ilk kim” diye sorup tek kaşımı kaldırdığımda, heyecanla Tuna’nın atıldığını gördüm. Aslında Tuna’nın şansa ihtiyacı yoktu çünkü o istediği her şeye sahipti küçükken de şimdide.
“Para ve kızlar” demesiyle shout’ı diklemesi bir oldu.Hep bir ağızdan atılan kahkaha sesleri yükseldi. Tuna “okuyorum dinleyin” diye sesli bir şekilde bağırdı. Bağırmasına gerek yoktu aynı masa etrafındaydık.
“Bakın bakın” dedi ve devam etti. “Hey seni paracı! Vay be dedirtecek kadar maddi gücün var ama buna rağmen cimrilik yakalarında.Senin bile inanamayacağın bir fedakarlık kapıda. Cimrilikten kurtulmayı denesen ha.” Yağmurun şaşkın yüz ifadesi dışında herkes gülüyordu.
Özüm “bende” diye çığırdı. Ona gülerek dönerken Araf’a takıldı gözlerim. Bu sefer farklı olan şey onunda bana bakıyor oluşuydu. Kafamı çevirip Özüm’e dikkatimi verdim. “Müzik” diyerek shout’ı dikledi ve şarkı mırıldanmaya başladı. Evet, mükemmel bir sesi vardı. Şarkı söylemek onun benliği ve hayaliydi. Herkes alkışlarken o kâğıdı açıp okumaya başladı. “SARI!. Bilmediğin, fark etmeden çözümünü bile bilmediğin bir labirente giriyorsun. Çözümü bulmaya çalış, yaklaşacaksın.
Birkaç kişi daha kartlarını açtıktan sonra mola verme kararı aldık. Çocuklar bugün bizde kalacaktı. Kızlar kendilerine pijama getirmeyi unuttuğu için onlara bir şeyler getirmek için yukarı çıktım. Bende en sevdiğim siyah spor şortumu giyip üstüne de siyah swift aldım.
Odadan çıkarken görünmez bir duvara toslamış gibi yere düştüm. “pardon, önüne baksan?” dedi sinirli bir şekilde. küstah diye geçirdim içimden. “farkındaysan burası benim odam ve sende benim odamın önündesin” diye çıkıştım. Şaşırmış olacak ki suratıma sadece bakmakla yetindi. Gözleri gözlerime dokunmuştu, yine.
Sinirle aşağıya indiğimde mola bittiğini ve sıranın bana geldiğini fark ettim. “siyah ve karanlık” dememle shoutu diklemem bir olmuştu. Hangi ara geldi bilmiyorum ama karşımda Araf oturmuştu. Az önce bana çarpıp üste çıkmaya çalışan o değilmiş gibi küstahça sırıtıyordu.
“işte banko! Siyah! Üzgünüm siyah asillik olduğu kadar da karanlıktır. Karanlık sarsa da her yerini sen beyazı unutma. Bir karanlık göz senin beyazın olabilir.” Kartlara olan inancımdan olsa, morelim bozulmuştu.
Sıra Araf’taydı. “yalanlar” diyip bardağı dikledi. “BİR SİYAH DAHA! Karanlık iliklerine kadar işlemiş. Lakin bir beyazda kalbine kadar işleyip siyahınla savaşabilir.”
Kimseden ses çıkmıyordu ta kii…
Yorumlarınız ve votelarınızla varlığınızı hissettirmeniz bizim için çok önemli.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gözlerin Karanlığıma Değmesin
Ficción GeneralKüçücük omuzlarımıza ne kadar yük almıştık oysa ? Minik ellerimize ne kadar umut verilmişti ve ne kadar hızlı çürümüştü o umutlar? Bir adım atarken, iki adım geriliyorduk bilmeden. Beyazı unutmuş gözlerdi bizi çıkmaz sokağa götüren. Biz neyin ne old...