Israrla, zır zır çalan telefonum ağrıyan başıma daha çok acı veriyordu. Gözlerimi ovuşturarak doğrulmaya çalıştım ama olmadı, tüm enerjim tükenmişti. Çalmaya devam eden telefonun sesi bir ızdırap gibiydi. Ses, kulaklarımdan geçip başıma öyle bir baskı yapıyordu ki katlanılacak gibi değildi. Başımın iki yanından başlayıp her yere yayılan büyük bir ağrı vardı.
Bu eziyetin bitmesi için kendimi zorladım ve elerimi iki yana atarak telefonumu aramaya başladım. Telefon sağ elime çarpınca beceriksiz hareketlerle telefonu yakaladım. Zorla gözlerimi aralayarak telefona baktım. Gözüme çarpan ışık canımı yaktı ama sonrasında ışığa yavaşça alışmıştım. Telefonu ters tuttuğumu görünce hemen çevirdim.
Kim olduğunu bakmadan telefonu açıp kulağıma yasladım. “Alo?” dedim kendime gelmeye çalışırken.
“Merhaba Yücel Bey, umarım rahatsız etmemişimdir sizi.” diye konuşmaya başladı bir kadın. Rahatsız ettin desem bir şey değişmeyeceği için hiçbir şey demedim. “Ben Tuğrul Bey’in asistanıyım.” dedi. Güne Tuğrul’un ismiyle başlamak ha? Gerçekten harika. “Sizinle görüşmeye geleceğini söylemek için aramıştım. Size ne zaman uygun?”
Doğrulup ayağa kalktım. “Kabalık etmek istemem ama bu aralar uygun değilim.” diye cevapladım asistanını.
“Ah, ama-“ diyerek itiraz etmeye kalkmıştı ki sözünü kestim. “Eğer Tuğrul Bey’e ‘Sizin verdiğiniz işi halletmeye çalışıyor.’ derseniz o, anlayacaktır.” dedim lavaboya doğru yürürken.
“Ah, peki.” diyerek kabullendi kadın. “Size iyi günler.”
“Size de.” dedikten sonra telefonu kapadım.
Telefonumu arka cebime sıkıştırıp aynanın karşısına dikildim. Berbat gözüküyordum. Saçlarımın darmadağın halini görmezden gelebilirdim ama bu şekilde havaya kalkmalarını kabullenemezdim. Parmaklarımı saçlarımın arasından geçirerek düzeltmeye çalıştım ama olmadı. Vazgeçip suyu açtım ve soğuk suyla yüzümü yıkamaya başladım. Soğuk, tenime nüfus ettikçe zihnim açılıyor ve kendime geliyordum. Suyu kapayıp kızarmış ellerimi ve yüzümü havluya sildim.
Soğuk su her ne kadar iyi gelse de başımdaki ağrıya çare olmamıştı. Mutfağa gidip buzdolabından birkaç malzeme çıkardım. Reçel sürdüğüm ekmeği ağzıma tıkıp çekmeceleri karıştırmaya başladım. Birkaç uğraş sonrasında ağrı kesici bulabilmiştim. Onu masaya bırakırken ağzımdaki ekmeği yutmuş ağzıma büyük bir parça peynir atıyordum. Peyniri yerken bir yandan da ekmeğe fıstık ezmesi sürdüm. O ekmeği de ağzıma atarken dolabı açtım. Kuytu köşede kalmış meyve suyunu alıp bardağa boşaltmadan kafaya diktim. Zaten az kalmıştı, bir de bardakla uğraşamazdım. Bir iki şey daha atıştırdıktan sonra suyu bardağa doldurdum. Ağrı kesiciyi su yardımıyla içtikten sonra dağınıklığımı toplamaya çalıştım ama bundan da bir süre sonra vazgeçtim.
Duş almak için tam suyu açıyordum ki bu sefer kapı zili çalmaya başladı. Bu gün ziller acayip derece de sinirimi bozuyordu. Kapıya doğru ilerlerken kafamdan senaryolar kurmaya başlamıştım. Belki de Tuğrul telefondaki cevabıma sinirlenip evimi basmış olabilirdi. Kapıyı açmadan önce de bunun uyduruk bir hayal olduğunu biliyordum. Geriye çekilip Eray’ın geçmesine izin verdim.
Eray elindeki kahveyi bana uzattıktan sonra içeri girdi ve ondan beklediğim şeyi söyledi. “Berbat görünüyorsun.” dedi.
“Sana da günaydın.” diyerek onun peşinden salona doğru yürüdüm. Hala sıcak olan kahveden bir yudum alırken koltuğa oturdum. “Ve biliyorum.” diye ekledim.
“Sana yazdığım notu görmedin mi?” dedi.
Kaşlarımı çatıp “Hangi not?” dedim.
Eray’ın ağzı açıldı ama bir şey demedi. Etrafa göz gezdirirken birden ileriye eğildi ve sehpanın üzerindeki kağıt parçasını aldı. Kağıdı kafasının yanında tutarak “Bu not!” dedi sitemle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ͼ Ay Kraliçesi ͽ
ActionO, kendi yalnızlığında boğulurken ben, ona eşlik ediyordum. Boğulduğunu fark edemeyecek kadar gözü karaydı. Beni de boğduğunu fark edemeyecek kadar umursamaz yapmıştı yalnızlığı. İzlediği yolun bir sonu yok ve epey karanlık. Ona bu yolda eşlik eder...