Emek verip yazdığımdan oy ve değerli yorumlarınızı benden esirgemezseniz, destek olursanız çok mutlu olurum. ^_^ Keyifli okumalar... :))
Uzun bir zaman dilimini karanlık odada harcadım. Film yıkama, baskı derken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Seviyordum işimi. Ölümsüzleştirdiğim o güzel anları titizlikle işliyordum. Beni yoruyordu fakat yorgunluğumu fark etmiyordum işimi yaparken. İşlerimi bitirdikten sonra karanlık odadan çıktım. Ben çıktığım gibi telefon çalmaya başlamıştı. Bu harika zamanlamayı kimin ayarladığını merak ederek ilerledim masama doğru.
Telefonu açıp “Evet?” dedim sadece.
“Merhaba Yücel Bey,” dedi bir bayan. “Ben Tuğrul Bey’in asistanıyım.” İşte, tüm keyfim onun isminin geçmesiyle kaçmıştı. “ Tuğrul Bey önemli bir konuda konuşmak için sizi çağırıyor.” dediğinde daha da gerildim. Bir de ben onun yanına gidecektim ha? Tam itiraz edecekken “Bu sefer itiraz kabul etmeyeceğini de belirtti.” dedi kesin bir tonla.
“Peki,” diyerek kabullendim. “Birkaç saate geleceğimi kendisine bildirirsiniz.” Kabullenmemin tek nedeni artık kaçmanın bir çözüm olmayacağını bilmemdi. Biraz da asistanını zor durumda bırakmak istememiştim.
“Tabii ki, iyi günler.” dedikten sonra beni bekledi. “İyi günler.” deyip kapattım. Ben de bir süredir Tuğrul’u görmüyordum, mutlu günler buraya kadarmış meğer.
Tüm işlerimi hallettiğimden emin olduktan sonra ceketimi alıp çıktım stüdyodan. Arabama ilerlerken yeniden telefonum çalmaya başladı. Bu sefer de Tuğba arıyorsa gerçekten çıldırırdım. Arabaya binerken telefonu cebimden çıkarıp ekranına baktım. Şeyda’nın aradığını görünce büyük bir rahatlamayla cevaplandırdım aramasını.
“Hey?” diyerek ilk o konuştu. Sesi bayağı neşeliydi, aslında o genellikle neşeli olurdu bana karşı.
“Hey, n’aber?” dedim onun ki kadar olmasa da keyifli bir tonda. Tuğrul’un yanına giderken nasıl keyifli olabilirdim ki? Adam tüm enerjimi sömürüyordu.
Şeyda da keyifsizliğimi anlamış olacak ki “Neyin var?” diye sordu. “Yine şu kızsa söyle, elimde kalacak yakında.” diyerek söylenmeye başladı.
Beni düşünmesine sevinerek “Hayır.” dedim. “Hem onunla şimdi daha iyi gibiyiz. Aslında karışık ve tuhaf.” diye itiraf ettiğimde “Biliyorum.” dedi. Ben anlatmadan nasıl biliyordu? “Eray hemen yetiştirdi, değil mi?” dedikten sonra ofladım ve emniyet kemerimi taktım. “Şu çocuk uslanmaz ya.” Dün Bahar gittikten sonra olayların tümünü anlatabilmiştim Eray’a. Ve o da hiç zaman kaybetmemiş yayma konusunda.
“Sanki anlatmayacaktın.” diyerek umursamaz tavrını konuşturdu yeniden. “Yalnız kızın ismi çok cici. Beğenmedim.” diye değişik bir yorumda bulundu.
“Cici mi? Cici isim nasıl oluyor? Anlamadım? “Sorularımı ardı ardına sıralayarak arabayı çalıştırdım.
Şeyda’nın homurdanmalarını duydum. Anlatmak için doğru kelimeleri bulamıyordu galiba. “Cici işte!” diyerek yüz yılın en iyi açıklamasını yaptı. “Sevimli biraz, akla küçük bir kız çocuğunu getiriyor. Masum, saf bir şey geliyor akla.”
“E işte ne güzel, niye beğenmedin?” diye sordum. Bahar, bence de ‘cici’ bir isimdi.
“İsimle alakalı değil.”dedi savunmaya geçtiğini belirten bir ses tonuyla. “Kıza yakışmamış isim.” Bahar’ı cici bulmamıştı sanırım, haksız sayılmazdı ama bence Bahar da o kadar kötü biri değildi, sadece burnu biraz havadaydı.
“Bilmem ki.” diye kıvırmaya başladım. İçimden ne onu onaylamak ne de ona karşı bir şeyi savunmak geliyordu. “Zaten anlamam ben öyle şeylerden.” diyerek son noktayı koydum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ͼ Ay Kraliçesi ͽ
ActionO, kendi yalnızlığında boğulurken ben, ona eşlik ediyordum. Boğulduğunu fark edemeyecek kadar gözü karaydı. Beni de boğduğunu fark edemeyecek kadar umursamaz yapmıştı yalnızlığı. İzlediği yolun bir sonu yok ve epey karanlık. Ona bu yolda eşlik eder...