Yemekler çoktan yenilmiş, herkes evlerine dağılmış, ben ise Savaş ile sahilin kenarındaki bankta oturuyordum. Açık hava yüzüme tokat misali çarparken kalbimin sıkıştığını hissedebiliyordum, ama yapacak hiç bir şeyim yoktu. Dört duvar arasında kapana sıkışmıştım. Durumu kabullenmeli, bu savaştan en az yara alarak çıkmalıydım.
"Fazla sessizsin." Dalgaların sesi Savaş'ın cümlesine eşlik ederken, cevap verip vermemek konusunda tereddüt içerisindeydim. Ona olan öfkemi kussam ne olacaktı ki? Hep incilen, kırılan ben olacaktım. Bu değişmeyen ve asla değişmeyecek olan bir yazgıydı. Cam kırıklıkları gibidir bazen kelimeler, ağzına dolar bazen insanın... Sussan acıtır, konuşsan kanatır.
"Sadece konuşacak gücü kendimde bulamıyorum, hepsi bu. Gülünç olan ne biliyor musun? Senin canını yakmalıydım, fakat bunu beceremedim, kendi canımın içine ettim.." dedim ve derin bir nefes aldım içime.
"Bundan zevk almaya bak küçük, beni tanıdıkça kalıcı hasar verme olasılığın artıyor." Sesi deniz kadar durgun ve sakindi. Duygusuz bir adamdan ne bekliyordum ki, her kurduğu cümleye kalbini de katmasını mi?
"Seni tanımak isteğimi sanmıyorum." Dedim onun kadar umursamaz görünmeye çalışarak.
"Beni tanımamak gibi bir şansın yok."
Benimle inatlaşmasına sinir oluyordum, neden sürekli egosunu göğe çıkarmak zorundaydı ki? Yerde kalsa olmuyor muydu? Zaten ona tahammül etmek dünyanın en zor şeyi, birde onunla evlenecektim. Bu yük bana yetiyor da artıyordu. Ellerimi ceketimin cebine sokarken, oturduğum banka iyice sindim ve dalgaların bir yükselip bir alçalmasını izlemeye başladım.
"Ablanın ölümünden beni sorumlu tutmayı bırak."
Söylediği söz ile ağzım açık kalırken başımı ona çevirdim. Bana bakarak konuşmak yerine dalgaların, karanlık gökyüzü ile olan dansını izliyordu.
"Niye? Senin aptal aşkın için beni, bizi bırakmadı mı? Gerçekleri görmen gerekiyor Savaş Alsancaktar." dedim ve oturduğum banktan kalkarak arabaya doğru ilerlemeye başladım. Gözlerime akın eden yaşlardan görüş açım bulanıklaşırken, bu kadar güçsüz olduğuma lanet ettim. Beni her seferinde kırmasına izin verdiğim için kendimden nefret ettim.
Sabah gözlerimi açtığımda bütün bu olanların koca, iğrenç bir kabus olmasını diledim fakat alt kattan gelen Savaş'ın sesleri bu isteğimi kesip attı. Yataktan usulca kalkarak dolabıma yöneldim. Kapaklarını açarak koyu yeşil bir tişört ve kısa bir şort alarak yatağımın üzerine koydum. Üzerimdeki pijamaları çıkardıktan sonra tişörtü giydim. Şortu giydikten sonra fermuarını çekerek düğmelerini ilikledim.
Beyaz spor ayakkabılarımı da giydikten sonra odadan çıktım ve merdivenlerden inip salona girdim. Ben hariç herkes sofradaydı. Zaten ne zaman bensiz başlamışlardı ki kahvaltıya? Daha 14 yaşımda göndermişlerdi Amerika'ya.
" Günaydın meleğim." Varlığımı ilk fark eden annem olmuştu.
"Günaydın size de." Dedim ve masada ki yerimi aldım. Tabağıma krep ve sofrada ne varsa koymaya başladım. Bu psikolojik travmayı yemek yiyerek atlatmak istiyordum. Tabağıma aldigim salataligi ağzıma koyarken yengemin kendince iğrenç esprileri üzerime yapıştı.
" Bu kadar çok yersen seni kimse istemez güzelim." Dedi keyif içerisinde.
"Çok yemesi yada yememesi kimin umrunda? Onu her haliyle seven biri var zaten."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah Gül
RomanceSigaranın zehirli Aromatik kokusunu burnumdan beynime direk yollarken, gözlerimi kapayip kafamın ziyaretinde midemin icinde Yüzlerce tur atmasını bekledim. Nefesimi geri Bir olmak ufledigimde Bir akcigerlerimdeki O Lanet olası minicik kapsülleri Tek...