17. BÖLÜM- Ayrı Ayrı

83 9 14
                                    



Umay'dan~

Koyu turuncu kaptaki suyun son kısmını, hiç su dökmediğim menekşenin saksısına dökerken gece boyunca ağlak olan tavrımın güneşin doğmasıyla nasıl durağan bir hale döndüğünü düşündüm. Fırtına geçmiş de yıkıntıların arasında geziniyordum sanki. Fırtınayı engellemek artık imkansız, hazırlıksız yakalandığım için kendime kızmak anlamsızdı.
Hayat bu, başka fırtınalar da olacaktı. Ama artık yıkılmanın hissini öğrenmişken bunun yeniden yaşanmaması için çabalayacaktım. Çok bir şey yapmama gerek yoktu, güvenmemek bu işin en önemli kısmıydı ve bu benim için kolaydı. Kendimi yoracak kadar şüpheciydim.

"Demek çiçek açan sensin," dedim Yeşil'in bahsettiği çiçeğe bakarken. "Üşüyor musun?"

Hava soğuktu. Çiçekler de üşür müydü? Pencere kenarına baktım. Çiçeklerin hepsini alacak kadar uzun değildi pencere kenarı ama birkaçını masama ya da kitapların yanına, rafa, koyabilirdim.

Yavaş yavaş taşıdım saksıları içeri. Menekşelerin yapraklarını sildim tek tek. Çiçek açanı masama koydum, diğerlerini pencere kenarına ve rafa koydum. Balkonda üşürlerdi elbet.

"Evet," dedim son kez onlara bakıp. "İyi miyiz şimdi?"

Bir tepki vermediler elbette ama sanki memnundular yerlerinden.
Odamın dışından adım sesleri ve mırıltılar gelmeye başlamıştı. Reyhan abla ve Akın ağabey uyanmıştı sanırım. Dolaptan kendime rahat bir eşofman takımı çıkarıp giydim. Fermuarı çeneme kadar çektiğim sırada aynadaki aksimle göz göze geldim. Saçlarım kafamın tepesinde topuz şeklindeydi. Kaküllerim alnımı örtmüştü. Gözlerimin akı kızarmıştı biraz ama sorun değildi. Dün gece kendime izin vermiştim. Ama o izin, gecenin bitimiyle bitmişti. Odanın kapısı çalındığında arkamı döndüm.

"Umay?"

Reyhan abla seslendiğinde kapıya gittim. Kapının kulpunu tutup açtım kapıyı.

"Günaydın," dedim. "Uyandınız mı?"

"Sen uyumadın mı?" dedi şaşkınlıkla.

"Hayır, uyudum," dedim doğruyu söyleyerek. Ağlarken bir ara uyumuştum. "Acıktım biraz."

Birlikte odadan çıktığımız sırada Reyhan abla dudaklarını kemiriyordu. Bir şey sormak istiyordu ve bunu yaparken dudaklarını tüketecekti neredeyse.

"Sorsana Reyhan abla," dedim gülerek. "Dudaklarını yeme artık."

"Yavrum, iyi misin sen?"

"İyiyim," dedim.

"Dün geldiğimde neden kapını açmadın? Çok endişelendim."

"Dün gece kendime üzülme hakkı tanıdım," dedim. "Biraz ağladım, biraz uyudum. Şimdi iyiyim ama."

Reyhan abla tek kaşını mükemmel bir hamleyle kaldırıp inanmıyor gibi bana baktığında yanaklarımı beceriksizce yukarı ittim.

"Şuna bak," dedi Reyhan abla göz devirerek. "Küçük at da civcivler yesin."

Mutfağa girdiğimizde Akın ağabey kollarını iki yana açıp gülümsedi.

"Kahvaltı benden bugün!"

"Zahmet olmu-"

"Ellerine sağlık hayatım, bundan sonra daha sık yaparsın artık."

Akın ağabey, önündeki sandalyeye oturan Reyhan ablanın başına bir öpücük kondurdu.

"Ne zaman istersen güzelim."

"İşte sana kötü haber, hep isterim ben bunu."

Akın ağabey gülüp doğruldu.

ALTIN BİLEZİK Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin