Atış 1

2.3K 78 80
                                    

Çoğunuzun eski okuyuculardan olduğunu tahmin ediyorum o yüzden çekinmeyin bol bol yorum yapın yavrularım bu hikaye sizlerin zaten okunma için yazmıyorum

İyi okumalaaar

"Oflaz, git diyorum."

"Ama Chris..."

"Ama yok! Gideceksin, o kadar."

"Hediyesini Pamir verdi. Garip olur."

"Dönmeyi beklersen, döndükten sonra söylersen asıl o garip olur. Uzakta olmana rağmen aklında ve kalbinde olduğunu göstermen lazım ona."

İkna çabalarına, maçın da yorgunluğuyla, boyun eğdim bilet almak için cebimden telefonumu çıkarırken. "Ne diyeceğim ki?"

"Yüz yüze geldiğinizi hiç düşünmüyor musun? Nasıl konuşmalar geçer falan diye?"

Düşünmemek elimde miydi ki? Şerefsizin teki gibi görünmediğim, kalbindeki yerimi yeniden kazanabileceğim hiçbir konuşma bulamıyordum sadece. "Çok fazla konuşma düşünüyorum, o yüzden hangisinden başlayacağımı bilmiyorum."

Yanıma oturup elini omzuma koydu. "Onu görünce nereden başlayacağını anlarsın. Şu üstündeki yükten kurtul artık."

"Üstümdeki yükü ona yükleyerek mi kurtulayım?"

Gözlerini devirdi sinirle. "Biliyorum artık bir şey yapmadan önce uzun uzadıya düşünüyorsun ama bu uzunluk aylar demek değil, Oflaz." Bir yıldan fazla zaman geçmişti aslında Christian'la ayrılmamızın üzerinden. Sevgili de sayılmazdık gerçi. Yılbaşı çok geçmemişti ki Christian ansızın bir hipotez atmıştı ortaya. Aklımda birisi vardı ona göre. Ne dikkatim ne de sevgim ondaydı, hareketlerimde hep bir durağanlık vardı, öyle söylemişti. Tüm bu transfer safhası, yönelimimin açığa çıkması ve beraberinde getirdiği binbir çeşit röportaj istekleri, taraftar ve kulüp baskısı derken kendimi bile unutmuştum, bundan dolayı ilgimi Christian'a bir türlü tam veremediğimi düşünmüştüm, ona da öyle söylemiştim. "Başkasını seven insanların nasıl davrandığını biliyorum," demiş, kestirip atmıştı konuyu. Başta araya soğukluk girse de uzun sürmemişti. Nasıl birisi olduğumu bildiğini, yaşadıklarımın kolay olmadığını, duygularımı ve düşüncelerimi tam anlamlandıramamış olabileceğimi söyleyip arkadaş kalmayı istemişti.

Olgunlaşmıştım. Aklıma eseni yapmıyordum, durgunlaşmış, büyümüştüm. O her istediğini elde edebileceğine inanan, bunun rahatlığıyla hareket eden, yaptıklarının herhangi bir karşılığı olmayacağını düşünen bencil halimden sıyrılmıştım. Bunu iliklerime kadar hissediyordum. Feza'nın da hissetmesini istiyordum ancak parmak şıklatarak olmayacağını da biliyordum. Bu yüzden bekliyordum. Bir şey söylemek, hislerimi anlatmak için değil, olgunlaşmaya devam etmek için. Hayatına müdahale etme hakkımın olmadığını bildiğim, kendimi onsuzlukla cezalandırmak, yokluğunun ağırlığı altında ezilmek, biraz olsun vicdan azabımı susturmak için de bekliyordum.

"Hakkım yok, Chris."

"Beklemeye devam edersen hiç olmayacak."

Pablo geldi aklıma, dolan gözlerimi gülümseyerek saklamaya çalıştım. "Sevgilisi var artık. Bunu bozmak istemiyorum." Son konuştuğum Pablo hala aynıysa birlikte olmalarını her ne kadar karın boşluğuma sert bir top yemişim gibi hissettirse de tüm kalbimle destekliyordum. Feza'nın mutlu olmasını istiyordum. Bu mutlulukta payım olsun, birlikte yaşayalım elbet isterdim ancak böyle bir fırsatı bizzat kendi ellerimle iterek büyük bir aptallık yaptığımı, ağzımı açıp tek kelime etme hakkımın olmadığını da biliyordum. "Kapıyı suratıma kapatsa haklı."

"Sevgilisiyle arasını bozmaya sebep olacağını mı düşünüyorsun?" Omzumu silktim. "Neden böyle bir şey olsun peki?

"Herhangi bir şekilde kafasının karışmasını istemiyorum. İlişkisinde mutluysa devam etsin. Bunun tersine öyle ya da böyle parmağım dokunursa nasıl onu sevdiğimi iddia ederim ki?" Derin bir nefes çektim birleştirdiğim ellerimin baş parmaklarını sertçe kafama yaslarken. Şut çekmekte iyiydim ancak ayağıma gelen fırsata bu derece güzel şut çekecek kadar beyinsiz gerçekten olamazdım.

"Bilet aldın mı?"

"Ne?"

"Bilet aldın mı?"

"Aldım. Ama gitmekten vazgeçtim."

Ellerini yüzüne kapattı hızla. "Sen beni delirteceksin. Aklımı kaçıracağım, az kaldı." Kendi kendine söylenirken girişteki dolaba yöneldi. Kaşlarımı çatarak elinde bir montla dönüşünü izledim. "Gidiyorsun. Durgunlaşayım derken gün geçtikçe neşeni kaybediyorsun, Oflaz. İkisi farklı şeyler." Kafamı yana çevirdim ilgisiz görünmeye çalışarak. "Formundan bile düşüyorsun. Kendini toparla. Kendin için yapmıyorsan takımın için yap." Uzattığı monta baktım bir süre. Beklemekten sıkılmış olacak montu hafifçe salladı. "Biliyorsun, seni yeniden kiralayabilirler. Ya da biz alırız. İyi idare ediyorlar diye duydum."

Sinirle göğüs geçirdim. Ne olursa olsun takımıma geri dönecektim. "İyi," dedim montu elinden hırsla çekip. "Gideceğim."

"Acele etsen iyi edersin. Uçağı da Feza'yı da kaçırma." Gözlerimi devirdim yorgunlukla ayaklanırken ancak tam beceremese dahi gaz verebilmişti.  Kapıdan çıktığım sırada hava limanına nasıl gideceğimi düşünüp arkamı döndüm, Christian anahtarlarımı fırlattı. "Leyla," dedi gülerek. Bunu nereden öğrendiğini hiç bilmiyordum ancak ne zaman dalgınlıkla hareket etsem, yani son zamanlarda fazlasıyla, bunu söylüyordu. Dalgınken farkında, üzgünken mutlu, gerginken rahat olmamı sağlıyordu. Yaşına göre olgun olduğunu biliyordum ancak yaşadığım karmaşa içinde boğulurken ona sığındığım ve bunu hoşlantı olarak algılayıp yanaştığım, sonrasında hoşlantısına karşılık veremediğim, fazlasıyla haksızlık ettiğim zaman bile sakinliğini korumuş, üstüne bana yol göstermişti. Etrafım böylesine iyi insanlarla doluyken kendimi o kadar yetersiz, vasıfsız ve şerefsiz hissediyordum ki bazen pılımı pırtımı toplayıp, futbolu bırakıp, her şeyi terk edip gidesim geliyordu.

Bir saat sonra kalkacak uçağa yetişmeye çalışırken beynim durmaksızın cümle türetmeye çalışıyordu, hiçbirinin işe yaramayacağını bilmesine rağmen. Uzun uzun kendimi açıklamak istemiyordum, bir şeylere ikna etmeye çalışıyor gibi görünmek dilediğim son şey bile değildi. Tamamen haksız olduğumu biliyordum, söyleyeceğim şeylerin de bunu değiştirmeyeceğini. Derdimi kısaca anlatacaktım sadece. Sonrasında bu konu hakkında tek kelime etmeyecektim, bu sebepten ötürü itiraf gecesi yapmayı teklif edecektim. Umarım kabul ederdi zira konuştuklarımızın unutulmasını istiyordum herhangi bir amacımın olmadığını anlaması için.

Geri dönmeyi, hiç değilse Pamir'in evine gitmeyi düşünüp alacağım tepkilerin korkusuyla devam ettiğim yolun sonunda adımlarım kapıda durdu. Kapının tanıdık desenlerini izledim hala karar verme aşamasındayken. Binlerce parçaya ayrılacak kadar kırılabileceğini göze aldığım kalbim ağzımdan çıkarcasına atıyordu. Kolumu kaşıdım düşüncelerimi toparlamaya çalışarak. Görmeyeli çok uzun zaman olmuştu, özlemiyle yanıp tutuşuyordum. Uzun boyuna ulaşmak için kafamı kaldırmayı, mavi gözlerine doyasıya bakmayı, yumuşak sesinin kulağımda adeta dans etmesini, üzerinden hiç gitmeyen parfüm kokusunu yarın yokmuşçasına içime çekmeyi, hepsini özlemiştim.

Düşünmeyi bırakıp zile bastım. Bir süre cevap gelmeyince endişelenmekle müsait olmadığını düşünüp gitmek arasında kaldım. Ancak geri dönmek için adımımı geriye attığım esnada bir eli gözünde belirmişti kapıda. Tırnaklarımı bacağıma batırdım titremeye başlayan dizlerimi durdurmak adına. "Selam," dedim şaşkınlıkla büyüyen gözlerine bakarken farkında bile olmadan gülümseyerek. Şaşkınlığı yüzündeki yerini korudu, beline toplanan kazağı çekiştirdi. Benim hediye ettiğim kazağı giyiyordu. Yüzümde büyüyen gülümsememi dudağımı ısırarak bastırdım. Gördüğüm an üzerinde güzel duracağını düşünerek almıştım ancak bu kadar yakışacağı aklımın ucundan bile geçmemişti.

"Selam," dedi yeni uyandığını anlatan kısık, boğuk sesiyle. Saçları çok belli olmasa da kabarmış, uyku düzenini hemen ele veren göz altları hafifçe kızarmıştı.

"Girebilir miyim? Ya da dışarıda mı konuşalım?"

Neden Oktay'ı çok az kişi okuyor arkadaşlarım benim büyük umutlarım vardı ondan

PenaltılarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin