24 Temmuz 1944

528 111 70
                                    

"Neredesin?

Çiçekler açtılar, soldular ve yeniden açtılar. İlk defa bana sözünü tutmuyorsun ve ben biraz korkuyorum. Sanırım yaz mevsimindeyiz ama hangi ayda, günde olduğumuzdan emin değilim. 

Dün yanıma geldin, değil mi? Geldiğine eminim. Uyurken saçlarımı okşadığını hissettim... Peki neden kendini göstermiyorsun bana o zaman? Seni çok mu kızdırdım? Benden yoruldun mu? Çok fazla ağladığımı ve çok fazla saçmaladığımı biliyorum ama senin için elimden gelenin en iyisi olmayı deniyorum. Lütfen dön artık, ne olursa olsun kendimi affettireceğim yeter ki dön...

Dışarıda neler oluyor anlamıyorum, bazen camdan dışarı bakıyorum fakat insanların yüzlerini görmek beni korkuttuğu için bu bakışlar birkaç saniyeyi geçmiyor. İnsan olmak çok zor. Düşüncelerimi toparlayamıyorum ama toparlamayı becerebildiğim zamanlarda yaşayamayacakmış gibi hissediyorum. Her yerde, her kalbin içinde acı var ve ben sanki tüm kalplerle bağlanmışım gibi bir acı hissediyorum. Yıllardır bu dünyada yaşıyorum fakat hala yaşamanın, insanın olmanın anlamını bilmiyorum. Her geçen gün de 'insan olmaktan' uzaklaşıyor gibi hissediyorum. O kadar uzun süredir insanların arasına adım atmadım ki bazen nasıl gözüktüklerini unutuyorum. 

Zaman hakkında hiç düşündün mü? Eminim düşünmüşsündür ama ben daha önce hiç düşünmemiştim. Sen gideli bir yıl oldu ve ben bir yılın her saniyesini sanki bir yıl gibi yaşıyorum. Seninle geçirdiğimiz her dakika sanki yüz yıl öncesinde gibi. Bir yandan da zaman o kadar hızlı ilerliyor ki aldığım darbelere kendimi koruyamıyor ve tepkisiz kalıyorum. Bazen bundan on sene önceki anılarımı bile hatırlayamıyorum ve dayanılmaz bir baş ağrısıyla sayıklamalara başlıyorum, bu sefer yanımda ben her sayıkladığımda saçımı okşayacak bir Kei yok. Bu dört duvar arasında küf kokusu, tahta kuruları ve ben baş başayız. Neler canımı yakardı senin yokluğun dışında? Nelerden korkardım senin gidebilecek olman dışında? Neler beni mutlu ederdi sen dışında? Hiçbirini hatırlamıyorum. Sadece, bazen rüyalarıma geçmişimizden anılar giriyor ve her bir anımız sanki kağıt kesikleri bırakıyor avuçlarıma. Tüm vücudum iyileşmeyen kağıt kesikleriyle dolu. İyileşmeleri için yanımda olmana ihtiyacım var ama geleceğine dair olan umudumu kaybetmeye başladım..."

Tadashi, mektubu zarfın içine yerleştirip diğer mektupların da olduğu kutuya koydu daha sonra yatağın altındaki çatlamış tahtanın altındaki boşluğa kutuyu yerleştirdi. Kendisine bir şey olursa Kei döndüğünde mektupları bulsun ve onu beklediğini anlasın istiyordu.

Tadashi camdaki kanaryaya baktı, Kei gittiğinden beri ötmez olmuştu. Kalbindeki acıyı kuşun da hissettiğine emindi. Kei'den kendisine kalan tek şey bir gömlek ve bu kuştu. Kei gittiğinden beri cisimlere daha fazla değer yüklemeye başlayan Tadashi, kuşu nazikçe indirdi ve kırılmak üzere olan sehpanın üzerine koydu. Kapının, camların kapalı olduğuna emin olunca kanaryayı serbest bıraktı. Eskiden olsa kanarya hemen kafesinden çıkar ve odanın içinde uçmaya başlardı. Şimdi ise sadece kafesin ağzına kadar gelmiş ve minik, siyah gözlerini Tadashi'ye dikmişti. Aylar sonra gagasından ufak bir cıvıldama dökülünce Tadashi, canının yandığını hissetti. 24 yaşına gelmişti ve 24 yıldır hiç olmadığı kadar yalnızdı. Her zaman birine bağlanma ihtiyacı duymuştu Tadashi, bu kişi de çocukluğundan beri Kei olmuştu. Şimdi yarım kalmış hissediyor, hayatına devam edemiyordu.  Kei de hiç böyle hissetmiş miydi?

Hayatı boyunca Kei'yi iyi hissettirmeye çalışmış ve onu çekip çevirmişti, ne zaman ailesiyle kavga etse ya da ne zaman düşüncelerinin içinden çıkamasa yanında olmuştu. Buna rağmen Tadashi, kendisini rahatlatmaya çalışırken 4 senedir Kei'nin sadece kendisine odaklandığını fark etti. Gergin bir tavırla bacaklarını kendisine çekip oturduğu küçük koltukta büzüşürken her dakika yoğunlaşan korku, pişmanlık tüm hücrelerini ele geçirmeye başlamıştı. Ya Kei onun yüzünden gittiyse? Kei'yle yeterince ilgilenebilmiş miydi? Kei'yi yeterince, hak ettiği gibi sevebilmiş miydi şu 4 senede?

Tadashi, bacaklarına kollarını dolarken başını da kucağına gömdü. Bu soruların cevabını vermeye hazır değildi. Yine kendi kendine konuşmaya başlarken hafifçe yutkundu. Bedeni, ikinci bir atağı taşıyamayacak kadar yorgundu. Kanarya masaya konarken Tadashi de gözleriyle onu takip etti ve kendisini sakinleştiren tek şeyi yapmaya karar verdi yine, Kei'ye mektup yazmak.

"...Seni hak ettiğin gibi sevemedim, değil mi? Saatlerdir bunun hakkında düşünüyorum ve beni, benim yüzümden bırakmış olabileceğin ihtimali canımı yakıyor."

Tadashi, dört sayfalık mektubunu tamamladıktan sonra bu mektubu da diğerlerinin arasına koydu ve camdan dışarıya, gökyüzüne baktı. Yıldızlar parlıyor, hafif bir rüzgar esiyordu. Kei'nin en sevdiği saatlerdelerdi. Hava ne çok soğuktu ne çok sıcak, gökyüzündeki yıldızlar belirgindi ve etraf sessizdi. Eskiden yaz gecelerinde hep bu saatlerde yürüyüşe çıkarlar, bazen sabaha kadar dönmezlerdi. Tadashi, şu an Kei ile yürüyeceği bir saat için ömründen on sene verirdi. Artık ne canı ne de kendisiyle ilgili herhangi bir şey umurunda değildi. Şimdi ölse ne olurdu, belki beş belki elli sene sonra zaten ölmeyecek miydi? Beynini kemirmeye başlayan hastalıklı, kurtlu düşünceler zihnine yerleşirken gözleri camdan aşağıya kaydı. Biraz yüksek bir dairede oturuyordu, atlasa.. ne olurdu?

Tadashi, gözlerini bile kırpmadan birkaç dakika aşağıya baktığını fark ettiğinde kendisini hızlıca camdan geriye çekti. Eğer kendi canını yakarsa Kei buna çok kızardı. Kei için yapamazdı. Kei'yi beklemesi gerekiyordu. 

Kei'nin son dakikalarında sürekli Tadashi'nin adını sayıkladığı gibi o da sanki ömrünün son dakikalarındaymış gibi hızlı hızlı Kei'nin adını sayıklamaya başladı. Uzun süredir dudaklarından dökülen anlaşılabilir tek kelime sarışının oğlanın ismiydi, bu onun için tuhaf bir durum değildi bu yüzden. Kanaryayı kafesine yerleştirip çarşafların arasına yeniden yerleşirken eskiden Kei'nin yattığı tarafa çevirdi bakışlarını. Kei'nin yastığına dokunmaya cesaret edememişti şu ana kadar, Kei'nin tarafına parmak ucuyla bile dokunamamıştı sanki sevdiğinin varlığı kaybolacakmış gibi hissettiği için. Cesaret edip hafifçe yutkundu ve bedenini Kei'nin tarafına sürükledi, başını Kei'nin yastığına yasladı. Burnuna dolan silik, Kei'nin yumuşak kokusuyla kollarını yalnızlık içinde beline doladı. Zayıflamıştı, saçları uzamıştı ve gözlerinin altındaki morluklarla bambaşka bir Tadashi gibiydi bu yüzden kendisine bakmamak için sıkıca gözlerini yumdu. Kei'nin hayali kollarının vücudunu sarmaladığını hissederken titrek bir nefes verdi.

Kei olmadan daha ne kadar dayanabilirdi?

Tadashi, Kei'nin yokluğunda delirmişti.

Günler, hisleri, düşünceleri her şey birbirine girmişti. İnciye benzer yazısı artık okunmuyordu, Kei'ye yazdığı mektupların sayısı yüzleri bulmuştu ve mektuplar her yerdeydi. Bazen yemek yemeyi, temizlenmeyi bile unuturken unutmadığı tek şey Kei'ye her gün yazdığı mektuplardı.

𝘴𝘤𝘦𝘯𝘦𝘳𝘺. -𝘵𝘴𝘶𝘬𝘬𝘪𝘺𝘢𝘮𝘢 ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin