I - Ölüm Meleğine Üflenen Ruh

9.1K 639 224
                                    

07.11.2008 Bitlis

Genç adam dakikalar önce girdiği, yazıcı odası diye tabir edilen alanda içindeki sıkıntıyla başa çıkmaya çalışıyordu. Deri bir oturma takımı, tüplü bir televizyon ve çayhane bölümü olan odanın içerisinde sıkıntıyla gezdirdi gözlerini. Şoförlerin, posta ve yazıcıların bekleme alanı olarak kullandığı oda, bir anda dar geldi yüreğine. Oysaki oda küçük bir alan değildi ama Teğmen Melih Arslan'a o gün, Bitlis'in kendisi dar geliyordu nedense. Vazelinlerini yeni yenilettiği postalarıyla yeri eze eze camın önüne doğru ilerledi. Belinde bağladığı elleriyle, dışarıda kendi boyunu aşan karın yağışını gözlerini kısarak izlemeye başladı. İçindeki sıkıntıyı havanın kasvetine yormak işine geldi o anda ama genç adam daha çok başına olmadık bir iş gelecekmiş gibi hissetmekten geri duramıyordu.

Dışarıda yağan kar tanelerini gözleriyle tek tek yok ederken; "Amma kurdun ha!" dedi buruşturduğu yüzüyle. Sesindeki öfke, yanında bir er olsaydı başına bir çorap örüleceğini hissettirecek kadar baskındı. Genç adam derin bir nefes alarak kendisine söylenmeye devam etti. "Bu gidişle başına gökten bomba yağacak!" Daha cümlesini tamamlayamamıştı ki; sırtının dönük olduğu odanın kapısı hışımla açıldı.

Teğmen Melih; içinden kim bu densiz diye geçirirken, bir yandan da içindeki sıkıntıyı geleni haşlayarak atabileceğini umuyordu. "Selam emir eri!" diye ukala bir tonlamayla kendisine seslenildiğini duyduğunda, hışımla bedenini kapıya doğru çevirdi. Yeni vazelinlenmiş postallarının gıcırtısı, odada birazdan yaşanacak olan ölümün kılıç sesi gibiydi. Çattığı kaşlarıyla karşısındakinin ölüm fermanını imzalayacakken, karşısında minik genç bir kadın bedeni görünce duraksadı. Genç kadın genişçe gülümsedi ve alaylı tonunu koruyarak; "Bu seferki talihli sensin sanırım?" diyerek büzdüğü dudaklarıyla odanın içerisine doğru adımladı.

Teğmen Melih; kaşlarını çatılmış halinden milim oynatmadı. Gözleri bir araziyi tarıyormuşçasına, genç kadının bedenini hızlıca taradı. Genç kadının bu soğuk hava şartlarında yırtık bir kot pantolon ile olması; Teğmen Melih'in genç kadın hakkında deli diye düşünmesine sebep oldu. Arkasında bağladığı ellerini çözmesede, burnunun ucunun kaşınıyor olması genç adama hiç hayra alamet hisler bahşetmiyordu. Teğmen Melih; kaşlarını havalandırıp, belinin arkasındaki ellerini sıkı sıkıya daha çok birbirine bağladı. "Yanlış geldiniz sanırım," dedi buz gibi bir tonda.

Teğmen Melih diye bilinirdi ama insanlar kendi aralarında duygusuz bir p*ç diye düşünürdü benliği için.

Duygusuz, cansız, nefes alan bir robot...

Genç kadın; uzun kahve saçlarını beresinin altından serbest bırakarak odanın içerisine doğru adımlamaya başladı. Yürüdüğü yerin farkındaydı. Çünkü bulunduğu odanın bin bir türevini görmüş bir kişilikti. Jülide'ye sadece karşısındaki emir emirinin kıl olması dokunmuştu bu sefer. Hiç iyi anlaşacaklarını düşünmesede, mecburi istikamet olduğunu biliyordu ne yazık ki. Jülide henüz ismini dahi bilmediği Teğmen Melih'e doğru adımlarken; o dakikadan sonra tüm yollarının sonunda kendisini bir tek genç adamın bekliyor olacağını bilemiyordu tabi. Teğmen Melih'in aldığı sinirli ve hızlı nefesler, Jülide için o anda hiçbir şey ifade etmedi. Genç kadın dudağının solunu alayla yukarı doğru kıvırarak, sağında kalan annesinin odasının kapısını eliyle işaret etti. "Neşe Gümüş değil mi?" dedi alayla dudaklarını büzerek.

Jülide için yeryüzünde en sevdiği insan annesiyken, aynı zamanda yeryüzünde en nefret ettiği insanda annesi Neşe Gümüş idi.

Teğmen Melih'in ilk anda tek hissettiği, Jülide'nin dalga geçercesine büzdüğü dudaklarına oluşan siniriydi. Robotik bir tavırla bakışları solunda kalan kapıya kayarken, belinin arkasındaki ellerini birbirine geçirerek daha çok sıktı. Aniden bir öfke patlaması yaşamak istediği son şeydi bugün için. Teğmen Melih'in çimenleri kıskandıracak nitelikte olan yeşil gözleri, ahşap kapının sol iskeletinin yanındaki ahşap isimliğe takıldı.

ALKAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin