Ela ve Akın'ın gençliğini yazmaktan günümüze gelemiyorum :/
Ben bu çocukları nasıl bırakacağım ya? (ağlamaklı)
“Akın!” dedim, çığlık atarcasına. Ağır sırt çantam, tak diye bir ses çıkartarak yeri boyladığında bakışlarımız kesişti.
“Ela, git buradan.”
Dudağındaki yara, iki kelimesiyle daha da açılarak kanamasını arttırdı. Onu zerre umursamadan aramızdaki mesafeyi hiçe indirdim. Burnu, kaşı ve dudağı çok kötü kanıyordu. Puslanmış bakışlarımın ardından fısıldadım.
“Seni bu halde bırakacağımı düşünüyorsan tam bir aptalsın.”
Tir tir titreyen elim, kanayan kaşına dokunmak için havalandı ki yüzünü hışımla benden uzaklaştırdı.
“Elin kirlenmesin,” dedi, bahsettiğinin kandan çok daha fazlasını anlatırcasına.
“Kirlensin,” dudaklarım, buruk bir gülümseme ile kıvrıldı. Omuzlarım, umursamazca hareketlendi. “...sen yıkamaz mısın?”
Bu sözcükler kime ait? Ela bunları yapar mı? Ben kimim? Hangi benliğim, onun dibinden ayrılmamaya yeminli? Parmağımı üstüne bastıramadığım bir şey, kontrolü eline alıp beni onun karşısında bu hale düşürdü. İlk günden bu yana inatla durduğum yer; hiç değişmedi. Değiştiremedim...
“Ela-...” dertli bir nefesle sarf ettiği ismim, tenimi yalayıp geçen bir meltem misali iç gıdıklayıcı.