*Yepyeni ve uzun bir bölümle karşınızdayııım! Umarım beğeniyorsunuzdur. Bu bölümü gece saat 11 civarında yazmaya başlamıştım. Bittiğinde saat 3 buçuğu gösteriyordu... Ben bile büyük bir heyecanla yazarken okuması nasıl olacak bilemiyorum 😄 Maalesef kurgudan tamamen uzak gidiyorum. Bir şeyler yazmaya başlayınca devamı kendiliğinden geliyor. Eleştirilecek yer varsa mesaj olarak bildirmenizi isterim. Oy vermeyi ve arkadaşlarınızla paylaşmayı unutmayıın! 😂 İyi okumalar, kucak dolusu sevgiler 😘*
Olduğum yerde sabitlenmiş, ıssız bir sokağın ortasına dikilmiş heykel kadar hareketsizdim.
"Çok teşekkür ederim, Su Hanım."
Serkan Bey dikkati üzerine çekmek için boğazını temizledi. Afallayarak Dağhan Bey'e bakmayı sürdürdüm.
"Rica e-ederim." Sesimin titrememesi için olağan dışı bir güç sarf etsem de buna engel olamamıştım. Hala elimi tutan elinin sıcaklığı iliklerime kadar işlenmişti. İç sesim bana aptal olduğumu hatırlatıp söylenirken pozisyonumu hızlıca bozup ayağa kalktım. Dağhan Bey'de az önceye göre daha iyi olduğu için benimle birlikte ayağa kalktı. Hızlıca elimi çektim. Bakışlarımı zorlukla başka yöne çevirdim, "İzninizle." Kapıdan çıktığımda tuttuğumu fark etmediğim nefesi verdim. Bacaklarım titreyerek lavaboya gittim. Bu da neydi böyle? Duvara yaslanarak yüzümü avuçladım. Sakineştiğimi hissettiğim an dudaklarımı dişlemeyi bırakıp toplantı salonuna geri döndüm. Herkes ayaklanmış, iki şirketin adamları el sıkışıyorlardı. Sıranın sonuna geçtim, herkesin tebessümle elini sıkarken sıra ona geldi. Dikkat çekmesin diye tebessümümü devam ettirdim. Büyük eli, elimi kapladı. Beklediğim zamanda çekmedi, tutmaya devam ediyordu. Avuç içleriminin terlemiş olmaya başladığını hissediyordum, çok utanç vericiydi fakat sebebi kendisiydi. Dudaklarım titremesin, n'olur...
"Sunumunuzu çok başarılı buldum. Tebrik ederim." Kelimeler o dolgun, pembe dudaklarından akıcı bir şekilde dökülmüştü. Az sonra benim de akıcı bir şekilde eriyeceğimi göz önünde bulundurdum. Gün ışığının altında yüzünü inceleme fırsatını dibine kadar değerlendirmiştim. O dudakları öpme arzusu içimi kavuruyordu. İç sesim bana sürtük muamelesi yapıyordu. Haklıydı da...
"Teşekkür ederim."
Bu defa elini çeken o oldu.
"Bundan sonrasına size Su Hanım eşlik etsin, iyi günler efendim."
Serkan Bey'in sözünü dinlememek olmaz, aksine işime gelirdi. Dudaklarımı ısırarak yolu gösterdim ve çıkış kapısına yöneldim. Güvenlik görevlileri büyük gri-siyah camlı kapıyı açtı. Herkese tebessüm ederek merdivenden inişlerini bekledim. Arkama döndüğümde Dağhan Bey'i gördüm. Şaşkınlıkla, biraz da korkuyla -tamam gerçekten korkmuştum- olduğum yerde sıçradım. Tepkime gülümseyerek karşılık verdi,
"Görüşmek üzere, Su." İsmimi üstüne bastırarak söylemişti. Başımı sallayarak onayladım ve gitmesi için kenara çekildim.Yorucu bir günün ardından eve gittim. Üstümü değiştirip makyajımı temizledim ve sırayla gelen mesajlara baktım. Bir süre Murat'la kavga ettik. Umurumda değildi. Her zamanki umursamaz tavrını bu defa da ben üstlenecektim ve tek bir pişmanlık duygusu hissetmiyordum. Uykunun huzur verici kollarına kendimi doladım ve gözlerimi kapattım.
Bir hafta hızla geçmiş, Seafact ile olan proje başlamıştı. Buradaki en yakın arkadaşım Beliz de proje için şehir dışına gitmişti. Bu akşam kutlaması olacak yemek-kokteyl karışımı etkinlik için ne giyeceğime bir türlü karar veremiyor ve bu hisle boğuluyordum. Gardırobumun arkasına doğru atıldım ve elime gelen kumaşı hızla çektim. Kırmızı ve dore uyumuyla tasarlanmış, dört sene önce Asya'nın bana doğum günümde hediye etmiş olduğu elbiseye hayranlıkla baktım. Bulmuştum! Elbiseyi hemen giydim ve aynada kendime baktım. Bel kısmından itibaren yere dökülüyor, kumaşı kaplayan uzun dore askılar elbiseyi çok cazip kılıyordu. Göğüs kısmında olan biraz derin dekoltenin aynısı sırt kısmında vardı. Şuan Asya'yı arayıp teşekkür edebilirdim. Tam olarak hayatımı kurtarmıştı. Saçlarıma fön çektikten sonra maşa yaptım, büyük bukleleri geriye doğru attım. Elbiseyle uyumlu kırmızı ruj sürdüm ve abartı olmaması için de eyeliner çektim. Tırnaklarımı mat kırmızı bir ojeyle boyadıktan sonra kendime baktım. Hazırdım. Zaten ayakkabı elbiseden belli olmayacak ve boyum da uzun bahanesiyle altın sarısı bir babet giydim. En sevdiğim parfüm olan Armani Si'yi sıktıktan sonra arabama bindim ve İstanbul'da görüp görebileceğim en şaşalı restaurantın önünde durdum, her zamanki gibi boğaz manzaralı restaurantta dışarı oturacaktık. Hava eskisine göre ılıktı. Bu da üşümeyeceğim anlamına geliyordu. Serkan Bey, Dağhan Bey ve diğerleriyle selamlaştıktan sonra iş hakkında uzunca bir konuşma başladı. Gözümü Dağhan Bey'den ayırmıyor-ayıramıyor-, ona fark edilmemek için kendimi zorlayarak başımı önüme eğiyordum. Yemekler geldiğinde iş için konuşulacak şey kalmamış, herkes dostça sohbet etmeye başlamıştı. Seafact'ten olan sarı saçlı, oldukça güzel fakat orta yaşlı bir kadın bana dönerek, "Siz kendinizi hiç tanıtmadınız..." Dedi. Gülümsedim.
"Adım Su, Boğaziçi Üniversitesi'nden mezunum, 23 yaşındayım. Uhm," söyleyecek şey bulamamıştım. Utançla tırnaklarımı etime geçiriyordum. Kadın bana meraklı gözlerle bakmayı sürdürdü ve hafifçe tebessüm etti. Ben de ona aynı şekilde karşılık verdim. Dağhan Bey'in bana baktığını fark ederek ona baktım fakat hemen ardından bakışlarımı o kadına çevirdim.
"Resim çizmeyi çok severim, yaptığım tabloları sattığım oluyordu. İşler yoğun olduğu için pek de fırsat bulamıyorum tabii..." Kadını güldürmeyi başarabilmiş, derin bir soluk alabilmiştim.
"Ah, ne kadar da hoş. Resim çizebilmeyi ben de çok isterdim."
'Ah şekerim, emin ol herkes aynı şeyi söylüyor.' Diyesim geldi. Tabii ki de iç sesimi susturdum ve gülümseyerek karşılık verdim.
"Gerçekten de çok hoş, Su Hanım. Bir gün özel olarak resimlerinizi görmeyi çok isterim." Gülümsememi yüzümden silerek Dağhan Bey'e baktım. Kadehini benim gibi parmaklarının arasına tutuşturmuştu. İnce ağız kısmı yol bellemiş, uzun parmağıyla üstünden tekrar tekrar gidiyordu. Elimde tuttuğum kadehi ters çevirdim ve kulağımın yanına kaldırdım. Tek kaşımı kaldırarak, "Tabii, neden olmasın," dedim. Bakışlarımız arasında oluşan elektrik belki de masayı devirecek güçteydi. Orkestranın çalmaya başladığı klasik müzik parçalarından biri için davetliler birer birer dansa çıkıyordu.
"Bu dansı bana lütfeder misiniz?" Önümde bana elini uzatmış yirmili yaşlardaki sarışına baktım. Nezaketen kabul edip hareketlerine uyum sağlamaya çalıştım. Gözlerim Dağhan'ı arıyor, bulamadıkça çılgına dönüyordum. Gözlerim etrafı taramaya devam ederken bir anda birkaç adım önümde beliriverdi. Bakışlarımı üzerinde gezdirirken dans ettiği esmer bir bomba olduğunu fark ederek huzursuzca kıpırdandım. Karşımdaki sarışın adam mavi gözleriyle bana bakıyor ve tebessüm ediyordu. Bir şey söylemek için tam ağzını açmıştı ki Dağhan Bey,
"Eşleri değiştirme zamanı." Diyerek sarışından beni uzaklaştırdı. Aniden elini belime doladı ve beni kendine doğru çekti. Neredeyse beni kendine yapıştırmıştı. Elimi tutarak omzuna koydu. Diğer elimi de onun omzuna yerleştirdim. Uzun parmakları baskı yaptığı yerleri yakıyor, hissettiğim heyecandan soluklarımı hızlandırıyordu. Göğüslerim her nefes alışımda onun karın boşluğuna sürtünüyordu. O da bunun farkındaydı ve sanırım rahatsız olmamam için beni kendinden biraz uzaklaştırdı. Notalar eşliğinde sallanıyor ve birbirimize dakikalar boyunca göz kırpmadan bakıyorduk. Kulağıma doğru eğildiğinde omzunu tutan ellerim düşecek gibi olmuş, bacaklarım her zamanki gibi titremeye başlamıştı. Dudaklarımı ısırdım.
"Çok güzel olmuşsunuz. O geceki asaletiniz şu zamana kadar aklımdaydı," belimde olan elini çekerek saçlarımı arkaya attı. Başını eğerek manzarasına baktı, hiçbir şey söylemedi. Sessizliği sinir bozucuydu, sırtım yay gibi gerilmişti. Kaslarımın minik bir kısmı bile hareket etmiyordu. Derin nefes alışverişlerimiz dışında müzik sesi vardı.
"Söylesenize, özellikle mi kırmızı seçtiniz? Teninize bu kadar yakışacağını bildiğiniz için mi?" Normal bir kız şuan ortalığı yıkardı. Aptallık edip öylece dinledim onu. Otomatiğe bağlamış bacaklarım ritimle sallanıyordu. İçkiden dolayı çakırkeyiftim ve başım dönüyordu. Ah, neden bu kadar fazla içtiysem şu iğrenç şeyi... İçkinin dışında Dağhan'ın kendine has sarsıtıcı sarhoşluğunun etkisi bitmek bilmiyordu. Söylediklerine karşı gelemiyordum ve bu durum sinirlerimi bozuyordu. Başını kulağımın yanından çekti ve yukarıdan bana baktı, ben de başımı kaldırarak ona. İfadesi ciddileşti.
"Nefes al."
Afallayarak söylediğini dinledim ve ciğerlerime pahalı parfümünün kokusunu doldurdum.
"Benim... Başım dönüyor. İçkiden olmalı."
Sadece bu olsa yine iyi, midem hareketlenmeye başlamıştı. İçimde kabaran hisle yüzümü buruşturdum. Hemen beni masaya götürerek karşımda durdu.
"Hey, iyi misin? Endişeleniyorum,"
Karnımı tutarak olduğum yerden hışımla kalktım ve lavaboya gittim. Onun arkamdan geldiğini ayak seslerinden anlıyordum. Hızla klozete yöneldim.
"Lütfen gidin buradan!" Hayır, Allahım! Beni böyle görmemeliydi.
Beni dinlememiş ve hızla peşimden gelmişti. İçimde ne var ne yoksa çıkarırken saçlarımı tutuyordu. Gözlerim yaşarmış, yorgunluk hissi üstüme çökmüş, tüm vücudum titriyordu. İçimdekileri çıkardığım için rahatlamıştım. Ayakta duracak gücüm yoktu, kendimi zorlayarak yüzümü yıkadım ve ağzıma su doldurdum. Dağhan Bey bana belimden tutarak destek oluyordu. Elindeki peçeteyle yüzümü kurulamıştı.
"Yürüyebilecek misin?" Diye sordu masumca. Başımı onaylamak için salladım fakat ona tutunmadan yürüyemiyordum. Beni bir hamlede kucağına alırken ona karşı koyamayacak kadar acizdim. Başımı boynuna yasladım. Çıkışa doğru ilerledi ve kapıda bekleyen görevlilerden birine seslendi,
"Hanım efendinin eşyalarını getirin!" Beni arabaya bindirdikten sonra kendisi de direksiyonun başına geçti. Nefes nefese kalmıştı. Eşyalarımı görevliden alıp arka koltuğa attı. Gözlerimi aralayarak arabaya baktım. Şuan bir Lamborghini'deydim! Şaşıramayacak kadar bitkin olduğum için evimin adresini söyledim.
"Seni yalnız bırakacağımı mı sandın? Aklım sende kalır, rahat edemem. Benim evime gidiyoruz."
"Hayır! Yani, evde arkadaşım var zaten." Bana baktı.
"Emin misin?"
Emin değildim. Eminim yalanını söyleyemeyecek kadar da uykum vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Misali
RomanceÖylesine hüzünlenmişti ki, gözlerinden yaşlar süzülüverdi. Kızaran burnunu çekti, dolgun dudakları istemsizce aralandı. Ne söyleyeceğini bilmiyordu. İçinde cebelleştiği yoğun duygusu gözlerini karartmıştı. Belli belirsiz tebessüm etti ve ıslak topra...