3. BÖLÜM

128 13 2
                                    

Gözlerimi açarak yattığım yerden doğruldum. Karanlık odaya dışarıdaki sokak lambalarından kısık ışıklar süzülüyordu. Kesik solukların sahibine baktım. Murat, elini bacağıma koymuş, ağzı hafifce aralanmış, saçları dağılmış halde derin uykusundaydı. Belli ki çok da rahattı. Onu uyandırmamaya çalışarak kolunu bacağımdan çektim ve ayağa kalktım. Ayaklarımı sürüyerek mutfağa gittim ve kendime bir kahve yaptım. Kahvemden yudumlarken telefonumla ilgilendim. Gittikçe yaklaşan ayak seslerine doğru başımı kaldırdım ve saate baktım; 05.48. Murat, üstüne yapışmış tişörtü, eliyle geriye doğru dağıttığı saçları, ışıktan dolayı kısılmış uykulu gözleriyle ayakta dikiliyordu. Onun bu haline dayanamayarak kuru ve tiz bir kahkaha patlattım. Bunun üstüne sandalyeyi yanıma çekerek yanağıma bir öpücük kondurdu ve gözlerini biraz daha açmaya çalışarak bana baktı. "Uyuyamadın mı beyefendi?"
"I-ıh." Dediğine cevap vermeyip yeniden telefona döndüm.
"Bu gece sende kalmama izin ver, hala çok uykum var ve araba kullanırsam kaza yapabilirim." Rahatsızca kıpırdandım ve, "Sabaha gitmiş ol, ben de işe gideceğim." Dedim. Huysuzca başını sallayarak beni kucağına aldı ve yatağa götürdü. Uzanınca belime sarılarak alnımı ve oradan da dudağımı öptü. Her kahve içeceğimde keyfimi alt üst eden sevgilim Murat...

Alarmın rahatsız edici boktan sesi kulaklarımı tırmalıyor, beynimi mahvediyordu. Küfür ederek gözlerimi açtım ve alarmı kapattım. Kolumu yatakta sağa doğru attım ve boş olduğunu fark ederek gözlerimi devirdim. Aferin Murat.

Şirkete rezil olmamak adına koşmayarak uzun ve hızlı adımlarla girdim. Serkan Bey'in çaprazında Beliz ile birlikte olan odamıza bir göz attıktan sonra içeri doğru adımımı attım. Beliz, bir şeyler yazdığı bilgisayarından başını kaldırarak bana baktı ve gözlerini kırpıştırdı.
"Hanım efendi geç mi kaldı?"
Gözlerimi devirerek masama oturdum. "Belli olmuyor mu?" Masamda birikmiş belki 100 belki 200 dosyaya bakakaldım. Hani, biraz da olsa merhamet edilip yavaştan fazlalaştırılsaydı?.. Toplantıya -Serkan. Bey'in cezası olarak kabul ettiğim- dosya ve içecek işlerini hallettim. Tekrardan odama gittim. Sıkıntıyla iç geçirdim ve masamdaki dosyaları incelemeye başladım...

Dosyaların bitimi zaman almıştı. Benim beynimi eski haline getirebilmem de zaman alacaktı. Lavaboya gittim ve aynada kendime baktım. Rimelim biraz akmış, kapatıcımın zamanla kendini yitirmesinden dolayı göz altlarım zombi görünümüne 'Merhaba' demişti. Peçete alarak gözümün altına akan rimeli temizledim ve kapatıcıyı yeniden uygulayarak sabit kalması için de biraz pudra sürdüm. Rujumdan da biraz sürdükten sonra kabarmış saçlarıma şekil verdim-vermeye çalıştım- Her zamanki gibi istediğim şekilde olmadığı için çantadan mucize olarak bulduğum lastikle atkuyruğu yaptım. Dağınık durmasından daha iyiydi. Odama doğru geri yürürken Serkan Bey'le karşılaştım. "Su,"
"Buyrun Serkan Bey."
"Yarınki toplantıda sunumu sen yapacaksın. İşi alamazsak kovulursun. Projeyle ilgili dosyaları gelip masamdan al. Yarına hazır olmanı istiyorum."
Kalbim tekledi. Sunumu yapabilirdim fakat beni asıl şaşırtan Serkan Bey'in fikrinin değişmesiydi. Dudağımı ısırdım ve yanlış bir hareket olduğuna karar verdikten sonra neşeli bir şekilde gülümsedim.
"Çok teşekkür ederim. Pişman olmayacaksınız."
Hafifçe tebessüm ederek odasına doğru ilerledi. O sırada ben tuttuğum nefesimi büyük bir rahatlamayla vererek dudağımı dişledim ve sırıttım. Şirketteki 6. ayıma göre biraz hızlı ilerlediğimi düşünüyordum. Kendi açımdan. Gülümseyerek odama girdim ve koşar adımlarla Beliz'e giderek sarıldım. Şaşkınlıkla o da kollarını doladı.
"Yarınki sunumu ben yapacağım!" Diye çığlık attım.
"Hah! Yakında ayrı bir oda, fazla maaş gelirse şaşırmam." Beni saran kolları gevşedi ve önüne döndü. Yaptığına şaşırarak doğruldum ve kollarımı önümde birleştirdim.
"Aa, ne oldu şimdi?"
Bordo dudaklarını kırıştırarak bana baktı. Gülümsedi.
"Yani, çok sevindim demek istedim hayatım..." Dedi. Mırıldanarak döndüm ve yerime oturdum.

İş çıkış saati büyük bir gürültü koptu ve herkes kaçışmaya başladı. Bir anda lambaların birkaçı şiddetle patladı ve elektrikler tiz bir sesin ardından kesildi. Bunun üstüne kalabalıktan bir çığlık koptu. Dudaklarım titriyordu, korkuyordum. İnsanların tamamı yerde yatıyorken deli cesaretiyle kafamı kaldırdım ve ayağa son bir tereddütle kalktım. Karşımdaki normal bir pencerenin on beş katı olan büyük cama baktım. Herkes merakla ve endişeyle bana doğru bakarken gözlerimi kıstım. Pencerenin üstünde kırmızı ve kahverengi iğrenç bir sıvıdan şekilli lekeler vardı. Bazı yerlerde siyah tüyler ve onları çevreleyen soluk kahverengi parçalar vardı. Şekilleri anlamak için biraz daha yakınlaştım. Kuşlar. Tehlikenin geçtiğine emin olduktan sonra diğerleri de peşimden gelsin diye çıkışa doğru ilerledim. Çok merak ediyordum. Yaklaşık yüz tane kuşu bu cama doğru itecek ne oldu? Yanımda aniden iki kişi belirince olduğum yerde sıçradım. Selay ve Serkan Bey. Selay iğreç sesiyle, "Bir helikopter şirkete doğru geliyordu ve aynı hizadaydık. Sonra helikopter bir anda yukarı çıktı, herkes şaşkındı. Ardından o büyük ses de çıkınca herkesin şaşkınlığı ve korkusuna tuz biber oldu," eliyle parmaklarını sıktı. "Yemin ederim çok korktum." Serkan Bey'e döndüm. "Hasar var mı?"
"Kuşlardan bilmiyorum kaç tanesi trafoya çarpmış. Elektrikte problem var. Onun dışında da yok çok şükür." Sıkıntıyla iç geçirdi. "İyi akşamlar."
Arabama binerek direksiyona başımı yasladım. Nedenini anlayamadım fakat bir anda omuzlarım sarsıldı ve boğazımdan pürüzlü bir hıçkırık çıktı. Göz yaşlarım görüş alanımı kapattığından gözlerimi kırpıştırdım. Yol boyunca ağladım ve ağladım. Eve gelir gelmez kendimi duşa attım. Ardından bornozumla yatakta cenin pozisyonunu aldım. Neredeyse kapanacak olan gözlerimin bahanesi, uykuya daldım.

Sabahın ilk ışıklarıyla gözlerimi açtım. Derin uyumuş olmalıyım ki alarma gerek kalmadan erkenden uyandım. Gözlerimi ovuşturdum. Kalkıp bornozumu çıkardım ve giyindim. Aynada kendime baktım. Dün gece makyajımı çıkarmayıp direkt duşa girdiğim için göz altımda silik siyahlıklar vardı. Onları temizledikten sonra makyajımı yaptım. Saçlarımı da düzleştirdikten sonra mutfağa gittim. 07.06. Kahvaltı için dolu dolu vaktim vardı. Kendime bir tost yaptıktan sonra yanına biraz avokado ve salatalık koydum. Çayımı da alarak salona ilerledim ve televizyonu açtım. Telefonumu unuttuğumu fark ederek yatak odasına gittim. Çantamı açtığım anda elime gelen kağıtlarla gözlerim açıldı. Hassiktir. Bugün toplantının sunumunu ben yapacaktım ve dosyaya hiç bakmamıştım bile. Hızlıca telefonumu alıp şarja taktım ve dosyaları elime alıp incelemeye başladım.

Sunumu hemen önümde oturan diğer şirketin sahibi adama dönerek yapmış, diğerlerine neredeyse bakmamıştım bile. Dosyadaki sözcükleri eksiksiz söylediğime emin olarak yanlışlıkla alt dudağımı dişledim ve hemen serbest bırakarak gülümsedim. Ah, yok muydu şu alışkanlığım. "Tabii öncelikle karar şirketin sahibine sorulmalı fakat..." Arkalardan bir öksürük sesi yükseldi. Ben de dahil herkes uzun masanın arkasına bakıyordu. Git gide daha da şiddetlenince oraya doğru ilerledim. Öksüren adam eliyle ceketinin cebinden bir yeri işaret ediyor ve şiddetli öksürüklerinden dolayı iki büklüm oluyordu. Elimi ceketine daldırarak ilacı çıkardım ve ağzına götürdüm. Astımdı. Elimle ensesine doğru destek olurken gözlerine baktım ve adeta orada donakaldım. Uzuvlarımın hiçbiri hareketi kabul etmiyor, dudaklarım şaşkınlıkla aralanıyordu. Ela gözlerin sahibi elimi tutarak ilacı çekti. Hızlı ve kesik soluklarının arasından bana bakmaya devam etti. Ensesinin sıcaklığı elime işlenmişti, yumuşak saçları elimi gıdıklıyordu. Arkadan bir ses, "Dağhan Bey, iyi misiniz?" Diye endişeyle sordu. Nefesi düzene girip yavaşlarken bana bakmayı sürdürdü.
"Hiç bu kadar iyi olmamıştım."

Karanlık MisaliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin