Onlarca müziğin karışarak uğultu yarattığı barlar sokağının başında iki kız dikiliyorduk. Bıraksanız, ayaklarım kalçalarıma vuruncaya dek bulunduğum konumdan kaçıp eve giderim. Sezin'in ısrarı üzerine İstanbul'da oturduğunu ve görüşeceğine söz verdiği arkadaşını bekliyorduk. Sokak boylu boyunca ya kusan, ya öpüşen, ya da yalpalayarak yürüyen-yürümeye çalışan- aylaklarla doluşmuştu. İçinde bulunduğum ortamdan rahatsızlık duyarak kafamı salladım ve Sezin'i dürttüm.
"Bari şuradaki yere gidelim, insanlar yiyecek diye korkuyorum." Diye hayıflandım.
Bana ters ters baktıktan sonra pes etti ve kafasını sallayarak boyumun iki katı olan, siyah, mat ve kirli kapıya doğru yürüdü. Görevlilere kimliğimizi verdik. Esmer ve kirli sakallının edepsiz bakışları altında iyice eziliyorken kimlikleri aceleyle ellerinden aldık ve hışımla içeri girdik. Boğuk bir havanın hakim olduğu, loş ışıkların amansızca sallanan bedenlerin üstünde gezindiği mekanda zar zor barın önündeki taburelere yerleştik. Buranın en büyük avantajı olduğunu düşündüğüm kısık sesteki müzik beni mest ederken, ritme uygun olarak kalçalarımı salladım.
Sezin, "İki Tuborg." Diyerek, henüz yirmi yaşında görünen çocuğa yirmilik kağıt uzattı. Şişeleri tokuşturup, olmazsa olmazımız meşhur kıkırdamamızı patlattıktan sonra biramdan küçük bir yudum aldım.
"Şu Dağhan'ı merak ediyorum." Dedi ağzı kulaklarındayken.
"Merak edilecek kadar var mı, var'" Dedim ben de gülümseyerek. Kot ceketimin cebine sıkıştırdığım telefonum yeniden karnımda titredi. Her zamanki gibi Murat'tan olduğunu düşünerek aldırış etmedim.
"Aramızda nasıl bir çekim kuvveti oldu ben bile farkına varamıyorum. Her şey bir anda olup bitiyor. On dakikalığına karşıma çıkmışsa ya sakarlığım tutuyor ya da hastalıklı halim,"
Çaresizce önüme döndüm ve karşıdaki koyu kırmızı duvara baktım.
"Olay benim veya onun evinde devam ederken sonu mutlaka gereksiz bir yakınlaşmayla bitiyor."
Gülümseyerek tekrardan ona baktım.
"Belki de özellikle böyle olmasını sağlıyor, belki de sadece..."
"İsteği farklı." Dedim titreyen sesim ve anlatmak istediğimin en az edepsizce haliyle. İçimde belli belirsiz bir üzüntü vardı. Belki de benim içim üzüntüyle dolup taşmıştır ama kabullenmek istemiyorumdur.
Sezin, "Su," dedi.
Yutkunarak koluma dokundu, kızıl saçları göğsünün aşağısına doğru dökülüyordu. Adım gibi eminim ki şuan benim yerimde bir erkek olsaydı numarasını ister ve direkt mesaj atardı.
"Hoşlanıyor musun ondan?"
Dudaklarımı sıkıştırdım, kesinlikle hoşlanmıyordum, sevmiyordum, platonik olarak aşık falan da değildim. Hayır değildim. Ama,
"Bilmiyorum." Diye fısıldadım. Etrafı bulanık gördüğümü fark ettiğim an parmaklarımı gözpınarlarıma basıtırarak yalandan bir tebessüm yerleştirdim yüzüme.
Pekala, bilmiyordum. Kendi kendime itiraf edemesem de Dağhan'dan etkileniyordum. Etkilenmemem için ortada bir sebep kalmamıştı. Ben onun evine gitmiş ve orada kalmış, Dağhan evime gelmiş ve bende kalmıştı ve onunla bir kez öpüşmüştüm. Fazlaca sebepler gibi görünmeseler de o an yaşadığımız veya yalnızca benim yaşadığım o yoğun hazzı unutmak mümkün olamazdı. Onu öpüyorken eriyip gideceğimin endişesini an be an yaşamış, iliklerime kadar hissetmiştim. Eğer ki Dağhan'ı tanımıyor olsaydım şuan Murat ile olan durumumuza dert yanardım.
Yine de, Dağhan'dan hoşlanmıyordum. Hoşlansam da bunu kabul etmeyecektim.
Sezin, çalan telefonuna cevap verdikten sonra oturduğu yerden kalktı ve beni de kolumdan çekiştirerek kalkmamı sağladı. Dışarıdaki havanın temizliğine şükürler ederek Sezin'in beni sürüklemesine izin verdim. Hala telefonla konuşuyor ve durmadan "Hı-hı" diyordu.
Hüzün ortamımızın bozulduğuna mutluluk duyarak gülümsedim ve derin bir nefes aldım. Bu sırada çoktan siyah bir Audi'nin arka koltuğuna sıkışmış, şoför koltuğundaki adamın kim olduğunu kestirmeye çalışıyordum. Öndeki ikisi birbiriyle uzun uzun kucaklaşıp birbirlerine sevgi dolu sözcükler söylediler. Nihayetinde ismini bilmediğim ama arabasında olduğum adam bana dönünce hemen elimi uzattım.
"Merhaba, ben Su." Dedim gülümseyerek.
Yabancının yüzündeki ifadenin böylesine tanıdık olması şaşırmama sebep olurken, o ciddi ifadenin yerini kocaman bir gülümseme aldı.
"Ben de Cem, hala tanıyamadığın çocukluk arkadaşın." Dedi iki eliyle elimi sıkarken. Gülümsememi daha da genişleterek şaşkınlığımı belirtmek adına garip bir ses çıkardım.
"Cem!" Dedim biraz bağırarak.
"Arabadan inelim eskisi gibi yanaklarını sıkıştırıcam senin." Dedi dalgayla karışık. Kıkırdayarak arkama yaslandım ve elimi çektim.Yol boyunca sürmüş muhabbetin ardından ne ara Bebek'e geldiğimizi anlamamıştım. Sezin'in Cem'den adresi yanlış alması üzerine o pislik yuvası sokakta beklediğimiz için Sezin'e neredeyse yolun yarısı boyunca söylendim.
Arabadan indiğimizde Cem, beni kolunun altına alarak dediğini yaptı ve yanaklarımı sıkıştırdı. Sıkıntıyla ofladıktan sonra dayanamayıp gülümsedim.
Club tarzı bir yere gittik ve localardan birine oturduk. Tavan'ın çok yüksek olmasına rağmen içerisi biraz basık görünüyordu. Mavi ve beyaz ışıklar gerimizde pistte çılgın gibi dans eden topluluktan uzak kalıyordu.
"Tesadüfe bak sen," dedi Cem gülümseyerek. Allah var, pek de yakışıklı olmuştu. Sarı-kumral saçlarıyla uyumlu yemyeşil gözleri vardı. Küçüklüğünde de çok güzel bir çocuktu ki bu da ayrı bir mesele.
"Sezin sayesinde yıllar sonra tekrardan buluştuk." Dedi.
"Evet, iyi ki de olmuş." Diye şakıdım. "Siz Sezin'le nerede tanıştınız?"
"Yonca'nın kitap fuarında. Aynı kitaba bakıyorduk, öyle konuşmaya başladık..." Dedi Sezin. Cem ise onun sözünü kesti,
"İçecek bir şey aldığımız an üstüme döktü. Ya, söylesene var mı böyle bir şey Su'yum? Daha beş dakika önce tanıdığın adama sen gel, üstüne meyve suyu dök. İnsan biraz dikkatli olur." Diyerek dalga geçti.
Sezin koluna bir tane vurunca Cem de acımış gibi numara yaptı. İkisinin bu haline ben katıla katıla gülüyor olduğumdan bana öylece bakıyorlardı.
"Cem!" Dedi katı bir ses.
Gülmeyi zorla keserek, kıpkırmızı olduğuna emin olduğum yüzümü sesin geldiği tarafa çevirdim. Çevirmez olaydım...
Cem ayağa kalkıp Dağhan'ı kucakladı. Ben de yüzümü Sezine doğru çevirerek, onun Dağhan olduğunu ağzımı oynatarak belirttim. Sezin şaşkınlıkla ellerini ağzına götürürken kadehlerden birini kırdı. Herkes hızla bize döndüğünde bakışlarım Dağhan'ınkine kenetlendi. Dağınık saçları, ışıklardan dolayı öne çıkan, aralanmış dolgun dudakları, uzamaya yeltenmiş gür sakalları derken birkaç dakika boyunca birbirimizi inceledik. Bariz biçimde birbirimizi tanıdığımızı gözler önüne sermiştik, ne hoş.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Misali
RomanceÖylesine hüzünlenmişti ki, gözlerinden yaşlar süzülüverdi. Kızaran burnunu çekti, dolgun dudakları istemsizce aralandı. Ne söyleyeceğini bilmiyordu. İçinde cebelleştiği yoğun duygusu gözlerini karartmıştı. Belli belirsiz tebessüm etti ve ıslak topra...