6. BÖLÜM (2. Kısım)

153 6 2
                                    

Zafer kazanmışçasına gülümsedi. O etkileyici gecenin kokusu hala kendini öne çıkarıyor, keyfini sürmemi sağlıyordu. Ah gülüşü...
Ah dişleri... Ah dudakları...
Böylesine mükemmel bir üretim büyük bir ustalık ister. Anne babasını bulup tebrik etmek isterdim, şaka bir yana; kaç dakikadır düşüncelerimle boğuştuğum ve birbirimize baktığımız hakkında hiçbir fikrim yoktu. Aklımdan geçen ve git gide daha fazla artan his içimi kemirmeme sebep oluyordu. Onu öpmek, saçlarımı avuç içlerimde hissetmek, saniyesine kıvranacak kadar nefessiz kalmak istiyordum. Belki fazla aceleciydim, umurumda da değil. Öylesine yoğun bir histi ki, sanki öpüşsek, sarılsak, sevişsek veya el ele tutuşup bakışsak o elektrik anca gidecek... Ve ben adım gibi emindim ki bunları yapmazsak eğer o da elektriğin yoğunluğundan sersemleyecek, ateşinde kavrularak acı çekecekti. Çeksin varsın, Murat'tan daha yeni kazık yemişken feministliğime birkaç haftalığına ant içerim!
Konuşmak için nefes aldı, arka tarafı işaret etti ama sustu. Konuşamadı. Soru sorarcasına kaşlarımı kaldırdım. Şimdi tek kaşımı kaldırmak çok daha havalı olabilirdi fakat bir yerlerimi de yırtsam yapamıyordum.
"Film izlemek ister misin?"
"Olur."
Dudaklarını içten dişleyerek ince bir çizgi haline getirdi ve kafasını salladı. O kalın dudaklar iki diş arasına nasıl sığabilir onu çözemedim ama her neyse...
"Gel hadi."
Ela gözleri parlıyordu, elası pek belli olmuyordu ama belki ışıktan, belki de gözbebeklerinin büyüklüğünden. Aynı rengi ben de taşıdığım için hiçbir özellik bulamazdım. Onun göz rengi bir farklı, gözleri bir farklı, bakışları, kıskanılası uzun ve gür kirpikleri...
"Hangi filmi istersin?" Eğilerek kutunun içine baktı "Skyfall, Limit Yok, Hızlı ve Öfkeli 3, bir de..." Şaşırarak elindeki DVD'ye baktı ve okumak için gözlerini kıstı. "Aşka Yükseliş. Bu nerden geldi ki?"
Bana baktı, ciddiydi. "Hangisi?" Diye sordu.
Sordu ama yine güzel yüzüne bakakaldım. Rezil olacaktım.
"Aşka Yükseliş." Çıktı ağzımdan. Sanki dudaklarım otomatiğe ayarlanıp oynamış gibiydi. Bir tepki vermedi. Hazırladı ve yanıma oturdu. Nabzım her dakika sonrası hızlanıyordu. N'olur duymasın kalbimin sesini. Duyarsa anlat heyecanımı, uzaklaşır. Uzaklaşır, rezil olurum.
Filmin sesi kulaklarımı doldurup heyecanımı örterken ışıklar bir anda sönüverdi. Etrafıma bakındım. Elindeki kumandayı masaya fırlattı, ışıkları kapatan da oydu. Ayağa kalktı ve elinde bir polarla geri döndü. Mürdüm rengiydi, en sevdiğim tonu.

Filmin sonunda içimden kıza küfürler saydırırken yanımda Dağhan'ın olması panik atak olabileceğimi müjdeliyordu. Yok hayır, hasta değildim fakat olabilirdim. Başımı sağıma çevirdim ve yüzüne baktım, o da bana baktı. Yeniden bakakaldık öylece. Saçmaydı bakışlarımız. Gülesim geliyordu bazen. Ama sorun şu ki şikayetim yoktu bakışlarından. Hipnoz etkisi yaratacak kadar güçlü bakışları dudaklarıma doğru kayarken 'Ne kadar fırsatçısın' diye iç geçirdim ve ayağa fırladım. Esnedim.
"Çok uykum geldi, iyi geceler."
Öylece baktı, kahkaha atmamak için kendimi zor tutuyordum fakat sessizce kıkırdamakla yetindim. Lavaboya girdim. Tam çıkıyordum ki kapıda bekleyen erkek güzeli bakışlarını bakışlarıma sabitledi. Gülümsedim, gülümsedi ve dudakları dudaklarıma kapandı.
Büyük bir rahatlamayla nefesimi tuttum ve yumuşak, sıcak dudağını dilimle kavradım. Gözlerimi kapattım. Nemli ellerimden biri saçlarını kavrarken diğeri de kolunu kavradı. Dili, ağzımın içini istila ederken güçlükle kendimi biraz geriye çektim. Yeniden ona doğru yaklaştım. Daha derine girmesine izin vermek için ağzımı araladım. Saçlarındaki elim boynunu sardı ve kendime doğru çekti. Kolları, hep kalçalarıma göre ince bulduğum belimi sardı ve memnuniyetle adımı dudaklarıma doğru inledi. Ve sonra alt dudağımı dişleyerek çekiştirdi. Tuttuğum nefesimi aniden verdim. Düzensiz soluklarımı yeniden kesti. Feministliğe yalnızca birkaç dakika ara veriyorum, o kadar(!)
Marifetimin sonucu olan kızarmış ve şişmiş dudakları dudaklarıma son bir ıslak öpücük bıraktı ve geri çekildi.
Loş ışığa rağmen gözlerinin rengini seçebiliyordum. Elası neredeyse kaybolmuş, gözbebekleriyle birlikte gözleri de büyümüştü. Bir eli hala belimdeyken diğer eli saçlarımı okşadı. Düzene girmiş nefesimin arasından büyük bir soluk alıp verdim ve gözlerimi kapatarak başımı eline yasladım. Elini çekmesiyle gözlerimi açtım. Arkasına dönüp koridoru büyük adımlarıyla hızla tamamladı. Ben şaşkınlıkla oracıkta dikilmeyi bırakarak kendimi yatağa attım. Mutluluk, tüm benliğimi sarmıştı. Beraberinde uykuyu getirerek gözlerimin kapanmasını sağladı.

Düne tezat, bulutların arasızdan süzülen güneşin ışıkları odanın içine vuruyor, sıcaklığı iliklerime dek işliyordu. Aydınlık hava, dünkü yağmurun hüzününü zerresine kadar silmişti. Büyük odanın geniş sessizliğini bozan düzenli soluk sesleriyle aniden başımı sese doğru çevirdim. Yatağın yarısını kaplayan bedene karşı avazım çıktığı kadar çığlık attım ve ayaklarımla tekmeleyerek yataktan aşağı doğru düşmesini sağladım. Düşüşünü izledikten sonra yataktan sıçradım. Yatağın sıcaklığına alışmış tenim biraz soğuk havaya karşı ürperdi.
Üstümde tek bir tişörtün olduğunu fark etmem çok uzun sürmedi. Bacaklarımı birbirine sıkıştırarak yorganla karışmış Dağhan'a baktım. Araba görmüş geyik misali yuvasından fırlayacak gözlerle bana bakıyordu. Henüz yeni ayağa kalkabilmişti. Kalıbımı basabilirdim, benim de ondan farkım yoktu. Önüme gelen saçlarımı hışımla geriye attığımda o da aynısını yaptı. Dişlerini sıktığından yanakları kasılmıştı. Bağırınmaya başladı.
"Manyak mısın sen kadın? Uyuyan insan öyle tekmelenir de yataktan düşürülür mü? İnsanca uyandırılır!"
Babaanneden kalma vazoyu kırmış küçük bir çocuk gibi başımı önüme eğdim. Bir süre sessiz kalınca başımı hafifçe kaldırarak göz ucuyla ona baktım. Tişörtü sıyrılmış, eşofmanı belki benimkinden de ince olan bacaklarında kaymıştı. Bana bakarak üstünü düzeltti, yeniden alnına düşmüş, kumral, dalgalı saçlarını geriye doğru attı. Sakinleşmeye başlamıştı, gözleri soru sorarcasına bana bakmaya devam ediyordu.
Yeni uyandığım için sesimin pürüzlü çıkacağını düşündüm ve boğazımı temizledim. O çığlığa zaten ses kalmamış bile olabilir...
"Özür dilerim, ama ne diye yanımda uyudunuz ki?" Dedim.
"Isıtma sistemi bozulmuş, üstünü örtmek için gelmiştim ama... Uyuyakalmışım."
Alay edercesine gülümsedim.
"Çok teşekkür ederim, Dağhan Bey. Çok düşüncelisiniz,"
'Sizli bizli konuşmayalım' dediği gün aklıma geldiğinden 'Bey' kelimesinin özellikle üstüne bastırmıştım.
"Misafirliğin kısası makbul, izin verirseniz artık yetişmem gereken bir işim var. Daha hazırlanmadım bile."
"Pekala," onaylarcasına başını salladı. "Şoförüm seni bırakır." Dedi ve odadan çıktı. Üstümdeki tişörtü çıkardım ve kokusunu burnuma çektim. Yumuşatıcı kokuyordu, Dağhan değil. Yüzümü buruşturup kendi kıyafetlerimi giydim. Lavaboya giderek yüzümü yıkadım ve biraz pembeleşmesi için yanaklarımı çimdikledim. Parmaklarımı saçlarımın arasından geçirerek şekil vermeye çalıştım. Bir nebze de olsa iyi görünüyordum.
Girişte duran çantamı ve trençkotumu giydim. Uzun ve dar koridoru aşıp salona doğru ilerledim. Büyük bir dikkatle kitabını okuyan Dağhan, topuklulularımın sesinden dolayı bana baktı.
"Her şey için tekrardan teşekkür ederim. İyi günler."
Tam arkamı dönmüştüm ki,
"Seni daha yakından tanımak isterim, Su." Dedi. Ağır ve yavaş adımlarla tekrardan önüme döndüğümde çoktan yanımda bitmişti bile. Reddedecektim, reddetmeliydim fakat otomatiğe bağlamış gibi kabul ettim...
"Tamam," pürüzlü sesime sinir olarak boğazımı tekrardan temizledim.
"Güzel olur."
Güzel olur ne ya? Güzel olur!
Belli belirsiz kıvrıldı dudakları, içimi çektim ve arkamı döndüm. En şaşısından gözlerimi devirerek çıkışa doğru ilerledim. Temiz, soğuk hava tenime nüfuz edince başımı kaldırarak gökyüzünün yüceliğine şükür ettim.

Araba durur durmaz şoför koltuğundan inerek kapımı açtı. Tebessümümle beraber nazikçe teşekkür ettim. Evimin kapısına döndüğüm an karşımda Sezin'i görmek bir şok dalgası halinde bedenimi sarstı. Çığlık çığlığa koşturarak kollarımı incecik bedenine sardım.
"Nasıl da özledim seni..." Diyebildim güçlükle. Aradan yıllar geçmişti.
"Ben de seni hayatım, ben de seni."

Kapıyı açtığımda valiziyle birlikte üst kata çıktı. O döndüğünde ben çoktan kahveleri hazırlamıştım. Kalçama bir şaplak attığında olduğum yerde sıçradım, o buna karşılık gülmeye başlayınca ben de dayanamayıp kıkırdadım. Gelmişti, neşeyle gelmiş, iyi ki de gelmişti.
"Ee, anlat bakalım. Nasılsın, hayat nasıl, neler yapıyorsun?.."
Gülümseyerek dudaklarımı dişledim.
"Hiç inanmayacaksın ama..." Diye anlatmaya başladım. Bilmem kaç gün sonra anlatmayı bitirebilirim, emin değilim...

Karanlık MisaliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin