Nefes nefese kalarak gözlerimi açtım. Terden sırılsıklam olmuştum. Saçlarım alnıma, tişörtüm ise vücuduma yapışmıştı. Yüzümü ellerimle kapatarak rüyanın etkisinden çıkmak için olağanüstü bir çaba sarf ettim. Her ne olduğu yetmiyormuş gibi Dağhan'ın rüyalarıma girmeye başlaması iyi değildi.
Kalkarak lavobaya koşturdum ve yüzümü yıkadım. Rüyanın gerçekçiliğinin beraberinde gelen sersemliği ve şaşkınlığını üzerimden atamamıştım. Hala çok fazla uykum vardı fakat uyumamam için beni dürten bir şey var gibiydi. Yatağıma geri dönerek gözlerimi kapattım ve sakinleşmeye çalıştım. Dün gece içtiğim şaraptan olduğunu düşünerek geçiştirdim ve üstümü örttüm. Kafamdan çıkmayan Dağhan'ın uyuyor halini yanımda hayal ediyordum. İster istemez beynimde büyüyen düşüncelere karşı dirençli olmam gerekirken son derece savunmasız olmam mantığımı sarsıntıya uğratıyordu. Liseli kızlar gibi hayal kurmaktan uyku üstüme iyice bastırmıştı. Nefes alışlarım düzene girdikten sonra düşüncelerimi bir kenara bırakıp uykuya daldım.Rüzgar hafif hafif esip saçlarımı nazikçe savuruyor, tenimi yalayıp geçiyordu. Soğukla ürperdim. Çok üşüyordum. Baş gösteren sancımla birlikte yüzümü buruşturdum ve lavaboya gittim. Bingo!
Gün boyu sancıyı çekmek zorunda kalacaktım. Biliyordum ki bu sancı saatlerce kendini kat be kat arttıracaktı. Fakat iş regl sancısı tanımaz, hazırlandım ve işe gittim. Her zamanki gibi masamda birikmiş dosyalara daha odanın girişinde bakakaldım.
"Günaydın."
Dün De yaptığım gibi Beliz'in dediğine aldırmadan masamda duran küçük not kağıdına baktım.
'Bugün saat 14.00 toplantı salonu, Seafact ile genel durum toplantısı'
Gözlerimi devirdim ve notu elimde buruşturarak çöpe attım.
Yine ve yine o yüzü görmek zorunda kalacak ve istemeden de olsa kendime işkence çektirmek zorunda kalacaktım. Üst üste gelmemeliydi, sancım varken toplantıyı çekemeyecek kadar acizdim.Dosyaları incelemeye ve gerekli imzaları toplamaya başladım.
Gayet anormal olmaksızın koridorda yürüyordum. Ayakkabılarımın topuklarının tıkırtısı aniden durdu, büyük bir sancı geldi ve olduğum yerde belli etmek istemesem de inleyerek öne doğru kıvrandım.
Masama giderek oturdum ve karnımı sararak başımı olduğum yere yasladım.
Sancı öylesine rahatsız ediciydi ki gözlerim çoktan ıslamıştı bile. Sanki o bölgedeki organlarımı parçalarcasına kesip biçiyorlardı.
Gözlerimi açınca bakışlarım kol saatime kaydı. 14.15.
Hemen toplantı salonuna koşturdum, kapıyı çalarak içeri girdim. Konuşma yapan adam susarak ağzı açık şekilde bana bakakalmıştı.
"Çok özür dilerim, özel bir nedenden dolayı geciktim," dedim.
Şuan burada kahkaha atmamak için kendimi zor tutuyor fakat sancım buna engel olarak somurtmamı sağlıyordu. En azından işe yaramıştı.
"Su Hanım, buyurun." Diyerek sandalyeyi çeken adama baktım, nazikçe tebessüm ettim.
"Teşekkürler."
Sandalyeye oturdum ve önüme baktım.
Nefesim kesildi.
Dağhan Deniz, hemen karşımdaki yerine kurulmuş, lacivet gömleği ve o gece giydiği kravatıyla muazzam görünüyordu. Dolgun dudakları ince bir çizgi halini almış, duruşunu hiç bozmadan gözlerini gözlerime sabitlemişti.
Adamlar konuşmaya devam edince onları dinliyor gibi yapıyordum fakat bakışlarını üzerimde hissetmek huzursuzca kıpırdanmama sebep oluyordu. Bir anda gelen bir sancı dalgasıyla elimle ağzımı kapattım ve inleyiverdim. Toplantı salonunda olmaması için yalvarırken çoktan gözlerim dolmuş, kollarımı karnıma sarmıştım. Dik durmam gerektiği için çaba sarf etsem de canım yanıyor, yeniden öne doğru eğiliyordum. Bunu fark eden Dağhan,
"Su Hanım, iyi misiniz?" Diye sordu endişeli tondaki bir fısıltıyla. Başımı ona bakmaya zorlayarak kaldırdım ve aşağı yukarı hareket ettirerek onayladım. Dudaklarımı kemirerek acıyı çıkartmaya çalışıyor fakat kasıklarımda büyüyen acı neredeyse tüm bedenime yayılıyordu.
"Toplantıyı burada sonlandırıyor ve erteliyoruz. Çıkabilirsiniz."
Sıkarak yumduğum gözlerimi şimdi şaşkınlıkla kocaman açmış, ona bakakalmıştım. Şirket sahibi gibi davranarak neredeyse insanları kovmuştu. Herkes çıktıktan sonra yanıma gelerek önümde diz çöktü ve yüzüne bakmamı sağladı.
"Her şey yolunda mi? İyi görünmüyorsun."
"İyiyim," çatallaşan sesimi düzeltmek için boğazımı temizleyerek tekrar ettim, "İyiyim."
Hayır iyi değildim. Hastaneye gidip iğne yaptırmam ve etkisini göstermesini bekleyerek sancıma odaklanmam gerekti. Gözlerimde biriken göz yaşları sanki bu anı beklemiş gibi yanaklarımdan süzüldü.
"Aklına bir şey mi geldi? Ağrın, sızın mı var?" Diye sordu merakla. Çatık kaşlarını biraz gevşeterek.
"Karnım," dedim zorlukla. Saklamayı daha fazla başarabileceğimi sanmıyordum.
"Kalk, hastaneye gidiyoruz." Dedi. Başımı iki yana sallayarak cevap vermeye çalıştım. Fakat o, tek bir hamlede beni kucağına alarak toplantı salonundan dışarı çıkardı. Yaptığı ani hareketle başımı iyice öne eğerek boğuk bir sesle inledim ve kucağında cenin pozisyonunu aldım.
Tepkime karşı sıtımdaki eliyle sırtımı sıvazladı.
Şirketten dışarı çıkarak aşağı indik, şoförü kapıyı açtı ve kucağında benimle birlikte arabaya oturdu.
"Hastaneye."
"Hemen, efendim."
Erkek parfümlerinin aksine, parfümü son derece yumuşak fakat bir o kadar da erkeksiydi. Rahatlatıcıydı.
Bitmek bilmeyen yol iyice uzamış, ağrım daha da şiddetlenmişti. Kucağında sessizce sarsılarak ağlamaya başladım. Her zamankinden çok daha fazlaydı. Yarım saatliğine de olsa o ıslak iskelede oturduğum içindi. Kendime o an için sinir oldum ve akılsızlığıma küfürler savurdum. Kolları beni daha çok sararak burnunu saçlarıma yasladı ve kokusunu içine çekerek öptü. Öptü mü?
Mayıştım, her yer sıcaktı. Yanaklarım alev alev yanıyordu.
Nihayetinde araba hastane olduğunu tahmin ettiğim büyük binanın arka kapısında durdu. Daha önce hiç buraya gelmediğim için ne hastanenin adını, ne de özel olup olmadığını bilmiyordum. Dağhan Deniz gibi birinin her şeyin özelini kullanacağı şüphesiz bir gerçekti. Masrafları nasıl karşılayacaktım acaba?
Ah be Dağhan...
Annemin yakın arkadaşı, mahallenin en dedikoducu kadının kızını gördüğüm an Dağhan'ın boynuna yüzümü daha da gömdüm. O kız ne ara hemşire olmuştu?
Beni 'Acil'e doğru götürdü ve hızla sedyelerden birine yatırdı. Hemşirelerden biri gelince durumu anlattım. Başıyla onaylayarak parmaklarını karnıma bastırdı. Yüksek sesle inleyince gözlerimdeki yaşlarım huylandırıcı bir hisle yanaklarımdan enseme süzüldüğünü hissettim.
Hemşire serumu getirince yüzümü buruşturdum. Dağhan iç çekişlerim arasında başımı kendine doğru çevirmemi sağlayarak elimi tuttu.
"Geçmiş olsun."
Dağhan hala bana bakıyordu, ben de ona. Nedense tek bir kelime bile etmemiştik. Eli, elimde sebepsiz yere daireler çiziyordu. Bunu devam ettirmek isterdim fakat öylesine uykum gelmişti ki, gözlerimin ne zaman kapandığını fark edemedim.Dağhan, kolunu belime dolayarak beni kendine çekti. Topuklularla yürümemin zorluğunu anlayarak kucağına aldı. Serkan Bey'e nasıl hesap vereceğimi merak ediyordum. Arabaya bindiğimde beni kucağından indirdi ve kendine yasladı. Öylesine yorgun, öylesine acizdim ki serum boyunca uyuduğum iki saat yetmemişti.
Gözkapaklarım ağırlaşıp çökerken, rahatlık hissiyle gözlerimi yumdum. Uyku, beni gelip ağırlıkla sararken elim Dağhan'ın kucağına düştü ve başım omzuna yaslı şekilde uyuyakaldım.Yağmur sesine rağmen içerisi oldukça sıcaktı. Gözlerimi açtığım an yüksek tavanı fark ettim ve hayretle aniden doğrularak etrafıma bakındım. Metalik renklerin hakim olduğu büyük odada yanımdaki komidinde bir bardak su olduğunu fark ettim. Sıcaktan bunalmışçasına kana kana içerken Dağhan'ın nerede olabileceğini düşündüm. Bardağı yerine koyduktan sonra ayağa kalktım ve bir kenarın boylu boyunca cam olduğunu fark ettim. Büyük kapıların ardında gizlenmiş, oldukça zarif ve renkli bahçeye göz gezdirdim. Dışarıdaki gölete benzeyen havuzun ışıkları çevreyi daha da aydınlatıyordu. Sahi, saat kaçtı?
Düşüncelerimden uzaklaşarak Dağhan'ı bulmak için arkamı döner dönmez güçlü bir göğüsle çarpıştım. Yere düşmemem için beni tutarken ona bakmak için başımı kaldırdım ve ellerini belimden çekerek geriye doğru adım attım. Biraz endişeyle, biraz da neşeyle gülümsüyordu.
"Nasıl hissediyorsun?"
Üstündeki kısa kollu koyu gri tişörtten vücut hatlarını seçebiliyor, gördükçe boğazım kuruyor, nefes alışlarım kısa ve kesik hale geliyordu. Güçlükle yutkundum. Bakışlarımı geniş omuzlarından çekerek gözlerine sabitledim.
"İyi," söylediklerimi onaylarcasına başımı salladım. "Oldukça iyiyim. Teşekkürler." Yine yutkundum.
"Sevindim. Aç olmalısın, bir şeyler hazırlattım. Buradan..." Diyerek eliyle gideceğim yeri gösterdi. Bakışları bir an olsun üzerimden ayrılmıyordu. Önünden geçerek ilerledim, yanımda belirirken onu takip ederek mutfağa gittik. Mutfak bile öylesine büyük, muhteşem ve düzenliydi ki. Düzensiz olan bir yer görememiştim ki orası da ayrı bir mesele. Yan taraftaki cam masaya oturarak onu izledim. Uzun bedeni dolaptaki tabaklara uzanırken tişörtü sıyrılmış, bir kısmı üstüne yapışmıştı... Nasıl desem, tarif edilemez bir görüntü içimi coşturmuştu. O kadar dikkatli bakıyordum ki omzunun üstünden bana baktı. Gülmemek için yanaklarımın içlerini ısırıyordum. Tebessüm edince ben de dayanamayıp kıkırdadım. Geri dönerek tabakları çıkardı ve hazırlattığı her neyse tabaklara yerleştirerek önüme koydu. Tam anlamıyla hayvan gibi açtım fakat bunu belli etmeyecek kadar da kibardım. Lütfen, kibar olmak önemli...
İki tane kadeh çıkardı.
"Şarap?"
Çabucak sarhoş olduğumu göz önünde bulundurdum. O geceki gibi rezil olmak istemezdim.
"Hayır teşekkürler, ben su alayım."
Başını onaylarcasına salladı ve kendi kadehine kırmızı şarap doldururken benimkine de su doldurdu. Tebessüm ederek uzattığı kadehi elime aldım.
"Burası..."
"Evet, benim evim."
"Güzel." Dedim dudaklarımı ısırarak. Gülümsedi ve yemeğine döndü. Sessizce yemekleri bitirdikten sonra ellerini masaya yasladı.
"Hep böyle mi oluyor? Rahatsızlığın?.." Utançla dudaklarımı ısırdım. Şuan kızardığıma kalıbımı basabilirdim.
"Lütfen utanma. Utanılacak bir şey değil, sağlık bu." Söylemesi çok kolaydı. 'Sağlık'mışmış...
"Hayır utanmıyorum," haklıydı, neden utanıyordum ki? Sonuçta şunun şurasında koskoca insanlardık.
'Utanmadığın gayet belli oluyor...' Dermişçesine alayla gülümsedi. Umursamadım.
"Bazen çok hafif oluyor, bazen de hiç olmuyor. Ama genellikle böyle şiddetli oluyor. Nedense bugün fazlaydı."
Bacaklarımı birbirine iyice bastırarak ellerimi önümde birleştirdim.
"Biraz daha ister misin?" Diyerek tabağımı işaret etti. Başımı iki yana sallayarak yanıtladım.
"Her şey için teşekkür ederim. Eve gideyim." Ben ayaklanınca benimle birlikte kalktı ve ellerini pantolonunun cebine soktu.
"Hayır gitme. Bugün misafirim ol, sen de beni misafir etmiştin. Bir teşekkür olarak kabul edersin." Kıkırdadım.
"Teşekküre gerek yok, asıl benim size teşekkür etmem gerekecek, o gece için."
"Lütfen, itiraz istemiyorum. Hem, gecenin bu vaktinde dışarıya bırakamam seni."
'Madem bu kadar düşünceli ve kibarsın, kendin de bırakabilirsin beni.' Diye iç geçirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Misali
RomanceÖylesine hüzünlenmişti ki, gözlerinden yaşlar süzülüverdi. Kızaran burnunu çekti, dolgun dudakları istemsizce aralandı. Ne söyleyeceğini bilmiyordu. İçinde cebelleştiği yoğun duygusu gözlerini karartmıştı. Belli belirsiz tebessüm etti ve ıslak topra...