"Burası benim odam mı?" dedim kaşlarımı kaldırıp etrafa bakınırken. Beyaz, hatta fazla beyaz odaya girerek etrafa bakındım. Pek fazla dikkat çeken bir şey yoktu ki zaten her şey beyaz ve minimaldi. Hiç de bir suç örgütünün kişisel odasıymış gibi görünmüyordu.
Hemen ilerleyip pencerelere yaklaştım. Büyük Fransız bir balkon vardı. İlk olarak camlarını açıp başımı uzattım. Olası bir durumda burdan kaçabilir miyim kontrol ediyordum. Ya da camdan cama gezinerek Maça Asının odasını bulabilirdim. İlk fırsatta muhtemelen bunu deneyecektim.
Benim odam üçüncü kattaki en köşede bulunan odaydı. Bu demek oluyordu ki, sıralamanın statüyle alakası yoktu. Zaten sadece 7 kişiydik. Kocaman binada herkes kafasına göre bir oda seçmiş olmalıydı.
Peki ben Maça olsam hangisini seçerdim?
"Ne düşünüyorsun sen öyle?" Diyen Şapkacıyla kendime geldim ve hızlıca cama tırmandım. Arkamı boşluğa çevirip pervaza yaslanmış olna palyaçoya baktığımda merakla gözlerinin kısıldığını gördüm.
"Etrafı tanıyorum." dedim en sonunda rahatça gülümseyerek. Ve onun eğlenen parıltılı bakışlarına aldırmadan kendimi boşluğa bıraktım.
Şapkacının kahkahasını duyabilmiştim en son. Gerilimden zevk alıyordu muhtemelen. Bir psikopat olduğu düşünülürse çok da absürt olmazdı.
Ellerimle pervazlara tutunarak ve bacaklarımla bir örümcek gibi duvara yapışarak ağırlığımı dengeledim ve bir kaç pencere yukarı tırmandım hızlıca. Bina yüksekti. Dış cephesi kabartmalı taştan oyulmuştu ve bulunduğum yer yalnızca dördüncü kat olmasına rağmen beklediğimden yüksekti.
Yükseklik benim için problem olmamıştı hiçbir zaman. Hatta ne kadar yüksek olursa kendimi o kadar iyi hissediyordum. Belki de Şapkacının delilikten zevk almasıyla aynı şeydi bu. Birbirimize benziyorduk.
Çıkıntılı taşlara tutunarak bir örümcek gibi hızlı hızlı katları geçtim. En sonunda çatıya ulaştığımda tam kendimi yukarı çekecektim ki gördüğüm siyah Gölge yüzünden saniyelik dikkatim dağıldı ve bir elim boşluğu yakaladığı için geriye doğru savruldum.
Kalbim dehşetle çırpınmaya başladı o an. Düşecektim!
Ama bir saniye, düşünmüyordum?
Sonra sıkıca kapattığım gözlerim aralandı ve ilk olarak bileğimi sıkıca tutmuş olan dövmeli uzun parmakları gördüm. Bütün eli dövmelerle kaplanmıştı, bazıları renkli bazıları siyah ve karmaşıktı. Orta parmağında bir haç işareti vardı ve o an onun kim olduğunu anladım hemen.
Gözlerim bu defa heyecanla irileşti ve kalbim heyecandan teklemeye başladı. Şu anda yüksek bir binadan sarkıyor olduğum gerçeğini unutmuştum.
Gözlerim yavaş yavaş elin sahibine çevrildiğinde siyahlar içindeki bedenini gördüm. Buna tezat çakmak çakmak görünen mavi gözleri beni süzüyordu. Kırmızı etli dudakları birbirine sıkıca bastırılmıştı ama beni taşıyor olmasına rağmen yüzünde zorlandığına dair hiç bir iz yoktu.
Kolumdan çekip beni sertçe çatıya fırlattı. O an transtan çıkar gibi kendime geldim ve ilk hissettiğim feci derecede ağrıyan kolum oldu. Ama aldırmadım. Bana hiçbir şey demeden öylece arkasını dönüp gidecek olan bedene koştum hemen.
Siyah uzun paltosunun üzerinden beline sardım kollarımı sıkıca ve yüzümü sırtına yasladım hemen. Kokusunu hissettiğim an gözlerim yaşlarla dolmuştu.
Öyle özlemiştim ki onu. Kalbim ağzımdan düşüverecek gibiydi. Dağılmış hissediyordum.
"Burdasın." dedim burnumu çekerek. "Buldum seni. Burdasın."
Ellerimin arasında bedeninin gerildiğini net bir şekilde hissetmiştim. Ve hemen ardından ellerimi belinden sertçe çekti. Buyük sıcak avuçları benimkileri yakalayıp itivermişti.
Hıçkırarak ağlamaya başladım. Sarılmama bile izin vermeyecek miydi bunca zaman sonra.
Sahiden hiç özlememiş miydi o? Benim hissettiklerimin çeyreğini bile hissetmiyor muydu?
Özlememişti. Benimle konuşmak bile istemiyordu.
Gitmek için tekrar hamle yaptığında telaşla paltosunun kumaşını yakaladım sıkıca. Gözyaşlarım durmadan yanaklarımdan süzülüyordu ve içli içili ağlıyordum ama önemli olan oydu.
Gitsin istemiyordum.
"Bir şey söyle." dedim yalvarır gibi titrek sesimle. "Bir şey söyle Çet." diyerek bakışlarımı sırtında gezdirdim.
O an bana dönüp ki saniye bile sürmemişti, suratıma sert bir yumruk geçirdi. Onun güçlü darbesi yanağımda patladığında yüzümden gelen çatırtı ve uyuşukluk hissiyle beraber yere savruldu. Ellerim yerdeki taşlar yüzünden kesildi. Elmacık kemiğimde bir sıcaklık hissettim, muhtemelen kendi kanımı. Hemen ardından şiddetli bir acı belirdi.
Onun yumruklarına alışıktım ve bunun en şiddetlisi olmadığını biliyordum. Demek ki, o kadar da öfkeli değildi.
Her şeyden bir mana çıkarma huyuma nefret ederek yine de bakışlarımı umutla ona çevirdim ve buğulu gözlerimin ardından başımı kaldırarak gülümsedim ona.
Elim vurduğu ve şuan dehşet bir şekilde acıyan yere gitmişti ama parmaklarımı usulca değdirdiğimde bile canım yandığı için hızlıca vazgeçerek elimi indirdim.
"O kadar da acımadı." dedim dudak bükerek.
Önümde dümdüz dikiliyor ve bana üstten üstten tiksinir gibi bakıyordu. Onun pek fazla mimiği yoktu. Duygularını güzel mavi gözlerinden okuyabilirdim ancak.
Bazen öyle bir bakardı ki, dünyanın en yüce insanına bakarmış gibi. Beni alır kadife kan kırmızı bir tahta oturturdu. Başıma galaksinin tüm yıldızlarını taç yapar ve beni bir kral ilan ederdi. Yalnızca bakışlarıyla yüceltirdi.
Şimdi öyle bir bakıyordu ki, mavi gözlerindeki pis sularda boğuluyordum. Nefesimi acıyla kesiyordu.
Yine de pes etmedim.
Bana nasıl güzel hissettirebileceğini biliyordum istediğinde. Bu yüzden pes etmeyecektim.
"Hala bana kıyamıyorsun." dedim gülümseyerek. Yanaklarım yaşlarla ıpıslaktı. Elmacık kemiğimin üzerinde muhtemelen büyük bir iz ve gözyaşlarıma karışmış kan izleri vardı ama buna rağmen dudaklarım gülümsüyordu ki ucube gibi görünüyor olmalıydım. "Neden düşmeme izin vermedin?" diye sordum meydan okuyarak.
Hadi, sesini duymama izin ver.
Bir adım bana yaklaştı. Siyah demir zincirleri bulunan büyük postalları tam yanımda durdu ve ben yerde hala yarı uzanır şekilde durduğumdan karşımda bir dev gibi görünüyordu.
Karnıma bu defa hiç acımadan sert bir tekme geçirdi ve gerçek manada nefesim kesildi. Yayılan acı fazla kesindi. İçime biri ateş atmış gibi hızla yayıldı ve tüm ciğerlerimi dahi ele geçirdi.
Cenin gibi kıvrılıp kollarımla kendime sarıldım refleksle. Başım sertçe zemine çarptı ve sürtünen şakağım soyuldu. Gözlerimden acıdan dolayı yaşlar süzüldü soğuk zemine.
Dudaklarım nefes almak için aralandığında hissettiğim acı katlanmıştı ve bir kaç kez öldürdüm yüzümü buruşturarak. Dudaklarımdan pıhtı gibi bir kaç damla kan süzülmüştü böylece.
"Adımı ağzına alırsan, ölürsün." dedi hatırladığımdan çok çok farklı buz gibi bir sesle. Bacaklarını kırıp yanıma eğildi ve saçlarımdan çekerek kafamı kendine çevirdi. Saç diplerimdeki sızlama ve ani hareket yüzünden kısıkça inledim ve dişlerimi sıktım.
"Bana dokunursan, ölürsün." dedi serin sesiyle.
"Benimle konuşursan, ölürsün."
"Başıma bela olursan," dedi ve durdu. Yüzümü o, dondurucu ifadesiyle süzüp kana bulanmış dudaklarıma bakarak fısıldadı. "Seni öldürmem, yaşatırım." dedi ve buz mavisi gözlerini gözlerime dikti. "Ölmeyi dilersin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Maça Ası ve Sinek Valesi - GAY
Подростковая литератураBiz birbirimize yama olmaya bile çalışmayan iki ruhtuk. Bedenlerimiz, ağır ağır sızdırıyordu içindeki boşluktan tüm duyguları dışarı. Fakat kimse kibrinden yanaşmıyordu sökükleri dikmeye. Eski paçavralardık biz. Yaşadığımız yerde kurallar basitti. K...