Dudaklarımın üzerindeki dudaklarının ıslak baskısı giderek arttı. Başta yalnızca dudakları varken ardından işin içine dili de girmişti ve dudaklarımı aralamaya çalıştığında izin vermedim.
Neredeyse iki dakikadır beni öpüyordu ama karşılık vermediğimi ve belki ağladığımı ancak o zaman fark etmişti. Dudaklarımın üzerinde duraksadı ve geri çekilmeden öylece durdu. Nefeslerimiz birbirine karışıyorken soğuktan buz olmuş tenimde bir yangın etkisi yaratıyordu.
Dudaklarım öpülmekten sızlıyordu.
Gözlerimi aralayamamıştım, buna cesaretim yoktu. Çünkü eğer mavi gözlerine değerse gözlerim, orda ne görürsem göreyim parçalara ayrılacaktım. Öyle hissediyordum ki bu sadece ruhen de olmayacaktı sanki.
Özlemini çektiğim dudakları saniyeler önce dudaklarımdaydı. Çok değil biraz önce buluşmuştu ama kavuşmuş hissetmiyorum. Hissettiğim şey.. Kandırılmışlıktı.
Gözlerimin önünden daha bi kaç gün önce başkasını öptüğü görüntü gitmiyordu. Üstelik bu sadece benim gördüklerimdi. En çok da bu acıtıyordu ya, neyse.
"Gitmek istiyorum." dedim kısık sesle. Konuştuğumda dudaklarım dudaklarına çarpmıştı her bir hecede.
Onun afalladığını hissettim. Bu öyle pek sık rastlanan bir şey değildi zira. Onu şaşkına uğratmak, duraksatmak mümkün değildi ama az önce yapmıştım. Hem de iki kelimeyle.
Izdırap gibiydi. Çok isteyip de yapamamak. Hani gurusuzdum ben? Hani pes etmezdim? Ne olmuştu böyle bana. O kadar kırık mıydı sahiden içim? Yapıştırılmaz mıydı?
Daha fazla buna katlanamayacağımı fark ettiğimde gözlerimi aralayıp bir elimle göğsünden yavaşça ittim onu. Heykel gibi bedeni elbette bu hamleyle normalde olsa kıpırdamazdı ama şimdi bir adım geri yalpalamıştı.
Ona bakmaya çekinerek usulca yanından süzüldüm ve geldiğim yere yani binanın en ucuna geri dönmeye karar vererek yavaş adımlarla yürüdüm. Bacaklarımın birer bastona dönüştüğünü o zaman fark etmiştim. Kendimi o kadar kasmıştım ki eklemlerim donmuştu. Bir robot gibi hareket edebiliyorum.
"Seni öptüm." dedi bir kaç adım ancak atabildiğimde. Olduğum yerde kaldım.
"Başkalarını da öpüyorsun." dedim dudaklarımdan dökülmesine izin vererek, bildiğimi öğrensin istemiştim birden. Fakat bu cümlenin ağzımda böyle ekşi bir tat bırakacağını hiç düşünmemiştim. Yüzüm buruştu. "Senin için bir kıymeti yok." dedim.
"Ne bekliyordun?" dediğinde dalga geçer gibi, benim de yüzümde bir gülümseme oluştu.
"Bir kez dinlemeni." dedim kısıkça. Duymuş muydu emin değildim ama yüksek sesle tekrar etmedim. Çünkü aynı cümleyi kuracak olsam, muhtemelen ağlardım. "Beni biraz önemsediğini görmeyi bekliyordum." dedim, hah işte yine gurursuz tarafım konuşmaya başlamıştı. Bunları bilmesi gerekmezdi ama bilmiyorum, belki içinde bir şeylere dokunurum umuduyla söyleyivermiştim. "Bana biraz da olsa değer verdiğini görmeyi ve belki, hala nefes alıyor olmamın senin için de, bana olduğu gibi biraz umut bahşetmesini bekliyordum. Ne bileyim, ben aptallık ediyordum işte." Burnumu çektim ve arkamın ona dönük olmasını fırsat bilerek badimin kollarıyla gözlerimi kuruladım." Seni özledim Çet, ve biraz da olsa beni özlediğini görmek istemiştim. Ama sen, bundan çok uzaksın. Benimle oynamak istiyorsun.. Sana engel olamam çünkü aptal kalbim pek laftan anlamıyor. Gözlerine bakınca mutlu oluyorum, bana baktığını görünce nefesim kesiliyor, elimde değil. Ama.. Ama, Y-yapma olur mu? Kendimden başka kimsem yok çünkü. " durdum ve yutkundum." Bunu elimden alırsan ıssız kalacağım. "
Gitmek için hamle bir kaç adım daha attım. Ama o, söylediklerimin bir kıymeti olmadığını bir kez daha kanıtlayarak beni tuttu ve gitmeme izin vermedi. Belki de inanmıyordu sözlerime.
"Neden yaptın?" dedi. Eğer sesinin bir kokusu olsaydı, kış denizi gibi koktuğunu söylerdim. Soğukla birlikte genzini yakardı bu koku çünkü.
Sonunda bana anlatma şansı veriyordu. Dinleyecek miydi sahiden yoksa yargılanmış mıydı çoktan? Sözlerim onun için kıymetsizdi biliyordum, bana inanmayacaktı.
"Öldürmek istemedim." dedim kuru bir sesle. "Korunmak için.."
"Yalan söyleme!" diye parladı birden. "Babam sana bayılırdı. Seni seviyordu."
Ah evet, beni sandığından daha farklı..
Beynimi susturmak zordu o saniye. İçim öfke, nefret, tiksinti ve bir çok iğrenç duyguyla kaynıyordu. Sadece bahsi bile gözlerimin önüne o akşamı getirmişti ve sanki yine biri bileklerimi bağlamış da boğazımı sıkıyor, daha kötüsü dokunmaması gereken yerlere dokunuyor gibi hissetmiştim. Tüylerim ürperdi. Kendime, bunun gerçek olmadığını, onun öldüğünü defalarca fısıldadım içimden. İşe yaramıyordu.
İplerimden kurtulmak için parmaklarımın arasına sıkıştırdığım cam parçasının soğuk baskısı bile sanki hala oradaydı. Ellerimde hala o geceye ait kesik izleri vardı.
"Öyleydi." dedim kırık dökük bir sesle. Gözlerim kararıyordu. Kabuslarım cisim bulmuş gibi oldu, ondan bahsedince. Üstelik Çet bana inanmıyordu. Titrememek için kendimi kasıyordum ama ne kadar başarıyorum bilmiyordum. Bu yüzden erkenden pes ettim. Kendimi savunmak istemedim birden. Dudaklarımı acınası bir gülümsemeyle kıvırıp, bir kez olsun gerçek ızdırabımı görür umuduyla Çet'in gözlerine baktım derince. "Doğru söylüyorsun, baban bana bayılırdı." dedim.
Kabul etmek istemiyorsun öyle değil mi Çet? Eğer bana inanırsan, canının daha fazla yanacağını biliyorsun.
"Sağ ol Çet." dedim bakmaya dayanamayıp başımı öne eğerek. "En azından denedin."
****
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Maça Ası ve Sinek Valesi - GAY
Teen FictionBiz birbirimize yama olmaya bile çalışmayan iki ruhtuk. Bedenlerimiz, ağır ağır sızdırıyordu içindeki boşluktan tüm duyguları dışarı. Fakat kimse kibrinden yanaşmıyordu sökükleri dikmeye. Eski paçavralardık biz. Yaşadığımız yerde kurallar basitti. K...