SAĞ KALANLAR

108 15 36
                                    

Nereden geldiğimizi,nereye gideceğimizi ve kim olduğumuzu anlamak ilk insanlar için zordu. Düşünmek ile bir yere varamayacaklarını anlayınca,Tanrıları icat ettiler.

Bir Tanrı nasıl olmalıydı? Neye benzemeliydi?

İlk insanlar,Tanrıyı hayvan suretinde hayal ettiler. Çünkü henüz hayvanlar bizden güçlüydü,onları yok edebilecek silahlarımız yoktu.Ama bir gün insan,doğaya ve hayvanlara hükmedecek silahlar icat etti.
Hayvan Tanrılar öldü.

Ama yine de bir Tanrı olmalıydı değilmi?Ölen insanların nereye gittiği hala bir muammaydı.

Bu kez görünmez Tanrılar yarattı insan zihni,Tanrılar biz zavallı mahluklara görünmeyecek kadar yüceydi.

Bir gün ilk bilimsel devrimler gerçekleşmeye başladı. İnsan, bir zamanlar Tanrıya addettiği şeylerin aslında açıklanabilir olduğunu gördü.

Ama din bu aykırı görüşleri affetmedi.Dünya yuvarlaktır diyeni astık,insan evrenin tek sahibi değildir diyeni sürgüne gönderdik. İnsanlığı bugün bile neler olduğu bilinmeyen karanlık çağlara esir ettik. Bilim ve dini birlikte kabul ettiğimizde ise,artık herşey için çok geç kalmıştık. Biz daha bebek adımları ile kendi yıldız sistemimizi anlamaya çalışırken,dev adımlar atan birileri gelip tepemize çökmüştü.

Bilgiden korkan insanlığın sonu da böyle başlamıştı işte.

"Ben yemek istiyorum!" Küçük çocuğun ağlama sesleri duyulan tek sesti. Yerleşim yerinden oldukça uzaktaydılar ve patlama sesleri çok daha az duyuluyordu.
Bayan Smith,iki saattir açıktığı için ağlayan oğlunun sırtını okşuyordu,ama ne yazık ki küçük oğlan sakinleşmek bilmiyordu.

"Yemek istiyorum!" Diye bağırdı son iki saatte olduğu gibi. Tim henüz beş yaşındaydı.Ne saatler önce ikizini sonsuza kadar kaybettiğinin farkındaydı,ne de cehennemden kaçmaya çalıştıklarının. Onun için önemli olan tek şey,şu anda hissettiği açlıktı.

Radyoda konuşan adamın dediklerinden sonra,fazla dinlenmeden tekrar yola koyulmuşlardı. Tek amaçları yerleşim yerlerinden olabildiğince uzaklaşmaktı. Saldırılar başladığından bu yana yaklaşık onbeş saat geçmişti,tam onbeş saattir aç ve susuz bir şekilde durmadan yürüyorlardı. İnsanın yapısı gereği açlığa dayanma süresi uzun olabilirdi,lakin susuzluk şu anda hepsi için büyük sorundu. Ama yinede kimse şikayet etmeden yoluna devam ediyordu.

Boun,bu alanı eğer doğru hatırlıyorsa yakınlarda bir yerlerde nehir olması gerektiğini biliyordu. Tabi yıldızlardan başka bir aydınlatma aracı olmadan yürürken,yolunu kaybetmemişse. Çocukluğu bu adada geçmişti.Bugün sahip olduğu tatil köyünün olduğu yerde,bir zamanlar büyükbabasına ait bir otel vardı. Şehirde ailesinin yanında sıkılır,her yaz soluğu o küçük otelde alırdı. Dedesi onu bu ormanlık alanlarda kamp yapmaya götürür ve birbirinden ilginç hikayeler anlatırdı. Bu yüzden buralara aşinaydı,bundandı yoluna hiç tereddüt etmeden devam etmesi. Büyükbabası bilmeden ona çok büyük iyilik yapmıştı,eğer bu kaostan sağ kurtulursa hayatının sonuna kadar ona minnettar kalacaktı.

Nehirin sesi belli belirsiz kulağına ulaştığında,adımlarını hızlandırdı. Kendisiyle birlikte arkasında ki grubunda hızlandığını farketmişti. On dakika sonra nehir tam önlerindeydi.Boun, nehrin hep sakin olan sularının,bu gece nasıl hiddetli olduğunu gördü. Kim bilir belki de doğa,insanın yok oluşunu taşkın bir coşkuyla kutluyordu.

VİTAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin