Haesoo oturmuş ve etrafı seyrediyordu. Hoseok ise kenara attığı tişörtünü giymek için eline almıştı. Kafasını geçirip tamamen üstünü kapatacağı sırada tişörtün ucunu tuttum. O bana şaşkınlıkla bakarken parmaklarımı izlerin olduğu yere sürttüm. Ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu.
"Bu izler." Dedim ve tişörtünü biraz daha yukarı kaldırdım. "Bu izler nasıl oldu? Kim yaptı bunları?" Titredi ve nefesi sıklaştı. "Yoongi." Dedi sakince ve bir anda kendini benden çekti. "Bunu bilmene gerek yok." Dedi düz bir şekilde. Haesoo'yu da alarak yanımdan uzaklaştılar. Bence bilmeme gerek vardı. Hatta en çok benim bilmeme gerek vardı.
Haesoo yıkandıktan sonra yanıma oturarak kollarını bağlamıştı. Kızgın görünüyordu. "Ne oldu?" Dediğimde yanaklarını şişirdi. "Ben dışarı çıkmak istiyorum ama babam izin vermiyor." Bunu yarın yapacaktık diye hatırlıyordum. O yüzden yarını beklemeliydik. "Haklı. Ben de izin vermiyorum." Dedim. Dudaklarını büktü ve kaşlarını çattı. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Çok tatlı görünüyordu.
"Ama baba ya!" Diye isyan etti. "Üzgün değilim Haesoo. Biz yarın diye anlaştık ve yarın gideceğiz." Yanımdan kalktı ve odasına gitti. Kızması bile tatlıydı. Benim kızım çok güzeldi. "Sana da mı kızdı?" Dedi Hoseok. "Evet." Gülümsedim. Yarın Haesoo okula gidecekti ve biz beraber kalacaktık. Belki onunla konuşma fırsatı bulurdum. Aramızdaki anlaşmazlıklara son verirdik hem.
Telefonunu çıkarıp bir isme tıkladı ve kulağına götürdü. "Alo Jungkook." Onun ismini duymayalı sanki uzun zaman olmuştu. Bana o öfkeli hali gözlerimin önünde belirmişti. Efendi bir çocuktan böyle şeyleri göreceğimi hiç düşünmezdim. "Ben yarın işe geliyorum." Bir şeyler daha söyledikten sonra kapattı. Anlaşılan benden uzak olabilmek için her fırsatı değerlendiriyordu.
"Ne iş yapıyorsun?" Dediğimde dikkatini bana verdi. Düzgün bir cevap vermeyecek gibiydi. "Bilmene gerek yok." Telefonunu cebine koydu. "Seninle düzgünce konuşmak istiyorum ama sen buna izin vermiyorsun." Dedim. İfadesiz bakıyordu. "İstemediğim için olabilir mi Yoongi?" Bir şeyi de istese şaşırırdım. Sırf Haesoo için bana katlanıyordu. Yoksa çoktan bu evden gitmiş olurdu. Bir dakika bile durmazdı çünkü anılarımız onu rahat bırakmıyordu ve bir de ben.
"Hoseok seninle anlaşmaya çalışıyorum. Görmüyor musun?" Dedim. Beni terslemek için hazır gibiydi. "Her şey geçmişte kaldı. Yıllar önce bana söylediğin sözleri söyleyerek eskisi gibi beni etkileyemezsin. Buna bir son ver." Peki o zaman bir deneyelim. Bakalım etkileniyor mu? Etkilenmiyor mu?
Aramızdaki mesafeyi kapatarak elimin birini belinin tam yanına ve diğerini de omuz kısmına denk gelecek şekilde koltuğa koymuştum. Garip bir pozisyondaydık. O bana şaşkınca bakarken ben o günkü gibi sinirli görünüyordum. "Y-Yoongi ne yapıyorsun?" Gözlerini kocaman açmıştı ve aynı o günkü gibi ürkekti. Aslında her şey aynıydı. Tek fark ilerleyen zamandı.
"Ben ne sorarsam sorayım bana cevap vermek zorundasın!" Rol gereği sesimi de yükseltmiştim. "Ne bakıyorsun öyle?" Benden kurtulmak, daha doğrusu kaçmak istedi ama izin vermedim. O hep kaçarsa ve ben onu durdurmazsam bazı şeyler için çok geç olacaktı. "Beni duydun mu ufaklık?" Kaşlarını çattı bir an da. "Şu lanet şeyi bitir ve beni bırak!" Dedi. Bırakacak mıydım? Hayır. "Sana beni duydun mu dedim!"
Küçücük kaldı. Güçlü duruşum ve emir veren ses tonum altında ezildi. "D-duydum." Dedi ve ben gülümsedim. Ona baskı yaptığımda gardını indiriyor ve masum bir çocuğa dönüşüyordu ama ben şu an bunu istemiyordum. "Şimdi bana cevap ver. Vermezsen kendi yollarımla öğrenirim." Öğrenirdim. Hem de çok kolay bir şekilde öğrenirdim ama maksadım Hoseok'la konuşabilmekti. İki cümle kurabilmekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Encounter |Sope✔
Romance"Bu kalp benim için atarken, bu beden benim için titrerken, nasıl hala beni sevmediğini söylersin Hoseok?" 23 Aralık 2020-16 Mart 2021