Herkes şaşkınlıkla esmer çocuğa odaklanmıştı. Çocuğun alnından süzülen ter, koşmuş olduğunu; yanaklarından süzülen ve gözlerini kızartan yaşlar, ağlamış olduğunu gösteriyordu.
"Ona ameliyata girmeden önce söylemem gereken şeyler var!"
Doktor kafasını olumsuz manada iki yana salladı.
"Üzgünüm fakat olmaz."
"Lütfen.."
Fısıldamıştı. Öylesine çaresizdi görünüyordu ki.. Doktor birkaç saniye tereddüt ettikten sonra hızlıca bir nefes verdi.
"Peki, peki! Yalnızca 5 dakikan var genç adam."
Jongin ise adama minnet dolu bir bakış atıp Kyungsoo'nun mikrop kapmaması için hemşirenin verdiği maske ve önlüğü giyerek hızla ameliyethaneye girdi. Arkasından kapıyı kapatmayı unutmamıştı. Ne diyeceğini ölesiye merak ediyordum.
*Jongin'in bakış açısı*
Kapıdan girdiğim an beyaz hastane yatağında yatan soluk bedeni görmüştüm. Bu anlar fazla tanıdıktı. Aklıma dolan görüntülerin boğazımı düğümlemelerini engelleyemiyordum. Usulca yatağa doğru birkaç adım attım. Yüzünün solgunluğuna rağmen alnında ter damlaları birikmişti. Yaklaştım ve yatağın yanındaki sandalyeye oturdum.
''B-ben söze nasıl başlamalıyım, bilmiyorum..''
Gözlerim dolmaya başlıyordu.
''Senden uzak duruyorum çünkü...'' Yutkundum. Artık açıklamanın vakti gelmişti. ''Ona benziyorsun. Her yönünle..'' Bir gözyaşı izinsizce yanaklarımdan süzülmeye başlamıştı. ''Ölemezsin..''
Elini tutmak için elimi kaldırdım fakat cesaret edemeyerek geri indirdim. Ona dokunmaya ve zarar verecek oluşumdan dolayı korkuyordum.
''Ölemezsin çünkü..'' Sesim çatlıyor, boğazım yanıyordu. ''Yıllar sonra, tam ümidimi kesmişken ona benzeyen birini bulmak.. Bana yeniden ümit veriyor. Belki de.. Ölmemiş ve hala yaşıyordur ha? Ölemezsin çünkü.. Onu kaybetmişken seni de kaybedemem.. H-henüz çok erken..'' Elimi çekinerek ve tereddütle uzattım ve temasta bulunduğum an parçalara ayrılacakmış gibi görünen porselen rengindeki alnına dokundum. ''Neden bana onu andırıyorsun?'' Parmak uçlarım usulca alnını ve saçlarını okşarken teninin sıcaklığını hissedebiliyordum. ''Lanet olsun, neden saçların bile onunkisi kadar yumuşak?!'' İçimde yaşadığım duygu patlaması yüzünden sesimi kontrol edemiyordum. Bağırmıştım. ''Lanet olsun, senden nefret ediyorum!'' Elimi ondan çekmiş ve birden oturduğum sandalyenen ayağa kalkmıştım. ''Neden aniden karşıma çıkıp bana acı çektiriyorsun?!'' Gözyaşlarım durmadan akıyordu. ''Neden lanet olası, neden?!?!'' Bağırıyordum. İçimdeki bir şeylerin patladığını, parçalarım parmak uçlarıma kadar yayılarak daha fazla bağırmak ve etrafımdakileri kırmaya yönlendirdiğini hissedebiliyordum. Delirmiş gibiydim. Birden yakasına yapıştım. Beyaz hastane kıyafetlerini sıkıca kavrayıp kendime çektim. Baygın ve ölü gözüken bedeni bana direnmiyordu.
''Ölmelisin! Ölmeyi hak ediyorsun. Anlıyor musun beni ha?'' Avcumdaki yakaları daha da çekiştirerek sarsıyordum. Karşımdaki soluk bedene bakmak bile bana acı veriyordu. Onu umutsuzca özlüyordum. Adını öğrenmeye bile gereksinim duymadığım bu çocuğun kalp şeklindeki dudakları ve büyük gözleri özeldi. Aynı onunkiler gibi.. O an vücuduna bağlı kabloların sarsılmanın etkisiyle çıkmaları umrumda değildi. Gözüm dönmüştü. Deli gibi ağlıyor ve hıçkırıyordum. ''Ö-ölmelisin.. O da öldü.. O bile ölmüşken senin yaşamaya hakkın yok!'' Daha da sinirleniyordum. Anlık deli cesaretiyle boğazına yapıştım. Ölmeliydi. Ölmek zorundaydı. Dayanamıyordum. Boğazını sıktıkça kireç beyazı yüzü tepki vermeye başlamış, gittikçe morarıyordu. Nabzı yavaşladıkça yanımdaki makine ötmeye başlamıştı. Çok yaklaşmıştım. Makinenin sesi yükseliyordu. Sesi duyup hızla odaya giren hemşirenin attığı çığlığı işiten diğer hemşire ve doktorları fark ettiğimde ben ise yaptığım şeyi yeni yeni fark ediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Impossible Miracle
ФанфикO, müziğe karşı tutkuyla sarılmış, aşkla bağlanmıştı. Müzik onun için su içmek kadar önemliydi. Onun için yaşam, ritim demekti. Nefes alan ya da almayan herşeyin bir ritmi vardı ona göre. Müzik sayesinde tüm acılarını unutuyor, sanki yeniden varolmu...