"Jongin, sen burada ne yapıyorsun?"
Kollarını dizlerine sarmış olan çocuk sesimi duyunca hızla kafasını bana çevirdi.
"Asıl senin burda ne işin var ve adımı nerden biliyorsun?"
"Odadan bir hışımla gidince merak ettim ve bilmiyorum ayaklarım beni buraya getirdi işte."
"Git buradan.."
"Neden? Jongin lütfen söyle bana. Sana bir şey mi yaptım da böyle davranıyorsun?"
"Sen... Ah hayır yalnızca seni görmek istemiyorum. Yeniden hatırlayıp da acı çekmek istemiyorum!"
Dediklerini anlayamıyorum.
"Yalnızca seni göremeyeceğim bir yere git... Lütfen.."
Sesi fısıltı şeklindeydi. Fakat anlayamadığım şey, niçin ona acı çektirdiğimdi.
"Ne olduğunu söylemediğin sürece gitmeyeceğim."
Kollarımı birbirine kavuşturdum ve bir ayağımla ritim tutmaya başladım. Yaklaşık 1 dakika sonra ayağa kalktı ve üstünü sirkeledi.
"O zaman ben giderim."
Sesi az önceki gibi çaresiz değildi, aksine buz kadar soğuktu. Bakışları ise göz temasından kaçınırcasına yerdeydi. Arkasanı dönüp hızla uzaklaştı. O giderken ben ise bakakalmıştım. Ah evet, kaybolmuştum da öyle değil mi?
"Jongiin! Lütfen bari eve birlikte gidelim! Jongiiiin!! Sesimi duyuyorsan bekle beni ne oluuurrr!!!"
Koskoca ormanda yapayalnız kalmıştım ve bir umut kırıntısıyla belki biri beni duyar diye bağırıyordum. Buraya gelirken, kimsenin cesaret edemeyeceği kadar fazla girmiştim ormanın içine. Tüm ağaçlar birbirine benziyordu ve değişik hayvan sesleri geliyordu kulağıma. Nereye gittiğimden hiç bir şekilde emin olmamakla beraber, dondurucu soğuk, iliklerime kadar işliyordu. Zaten beyaz olan tenimin soğuktan porselen rengini aldığını, pembe dudaklarımın ise morardığını hissedebiliyordum. O kadar uzun zamandır ormandaydım ki, artık hava bile kararmıştı. Ay ışığında ve baykuş ulumaları eşliğinde her şey daha korkunç bir hal alıyordu. Deli gibi korkuyordum da. Sonra ayağım bir dal parçasına takılınca yüz üstü yere kapaklandım. Kalkmaya çalışınca ise acıyla inledim çünkü dizlerim feci şekilde yanıyordu. Sonunda ayağa kalkmayı başarabilidiğimde, dizlerime baktım. Ay ışığının karanlık huzmeleriyle bile dizlerimin ne kadar kötü hale geldiğini görebiliyordum. Parçalanmış pantolonumun diz kısımlarından akan oluk oluk kan, zaten karanlık olan toprağı iyice siyahi tonlara bürürken, kıyafetlerimi çoktan mahvetmişti bile. Saatlerce yürüyüşün ardından yorulan bedenim daha fazlasını kaldırmak için yeterince yorgun düşmüştü. Derman denen şeyin bedenimi terk ettiğini söyleyebilmek pek de zor değildi. Sonunda artık daha fazla dayanamayacağımı anladığım an, yorgunlukla yere çöktüm ve sırtımı bir ağacın gövdesine dayadım. Dizlerimi acı yüzünden hareket bile ettiremediğimden dolayı ileriye doğru uzattım. Kafamı da ağaca yasladım, böylece daha rahat olabilecektim. Ardından gözlerimi kapatıp doğanın sesini dinlemeye başladım. Biraz ürkünç fakat huzur vericiydi. Sessiz olmayan sessizliğimde huzurla dolan benliğim bir süre sonra gözlerimi kalın iplerle sardı ve açılmasını engellemeye başladı. Ne yaparsam yapayım açılmayı reddeden gözlerim zihnimi de ele geçirdi ve bilincim yavaş yavaş kapanmaya başlarken, oluşum aşamasındaki tuhaf rüyam, rahatsız edici baykuşun garip uluması ve korkutucu ay ışığı eşlinde kendimi tatlı uykunun kollarına bıraktığım an, her şeyin karanlığa gömüldüğü andı...
Luhan'ın bakış açısı~
Baekhyun ve Kyungsoo odadan ayrıldıktan sonra Chanyeol da odadan çıktı. Kris ile pencere kenarındaki yatağı kapma kavgası yapmıştık ve tabiki onu çenem sayesinde bıktırdığım için dayanamayıp pes etti. Ve itiraf ediyorum inandırıcı olsun diye ağlama taklidi bile yapmış olabilirim~ Sonuç olarak kazanır kazanmaz yatağımın üstünü aynı eskiden olduğu gibi pelüş oyuncaklarım ve renkli marjinal desenli yastıklarımla kapladım. Benim ve Kris'in bavullarını yerleştirmeyi bitirdiğimde zaten çoktan birkaç saat geçmişti. Sinirle soluyarak ona bir gönderme yaptım. O ise ya gerçekten imayı anlamadı ya da daha büyük bir ihtimal olan duymamazlıktan geldi. Yatağında uzanıp kitap okuyor gibi gözükme çabasında olmasını -özellikle kitabını ters tutarken- izlemek komikti. Buraya gelirken de bavulunu ben hazırlamıştım zaten. Ahh abim olmasa kapının önüne koymuştum. Yerleştirme işlemi sona erince yorgunlukla yatağıma uzandım. Bu sırada aşağıdan Baekhyun'un sesi duyuldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Impossible Miracle
Fiksi PenggemarO, müziğe karşı tutkuyla sarılmış, aşkla bağlanmıştı. Müzik onun için su içmek kadar önemliydi. Onun için yaşam, ritim demekti. Nefes alan ya da almayan herşeyin bir ritmi vardı ona göre. Müzik sayesinde tüm acılarını unutuyor, sanki yeniden varolmu...