İnsanın kendini ait olmadığı yerde hissetmesi kadar kötü ne olabilirdi? Hayatta bir amacı yoktu bu şekilde yaşamak istemiyordu. Yine sorular sorarken buldu kendisini. Cevaplarını bulamadığı soruları vardı. Çok isterdi birinin çıkıpta cevapları sıralamasını ama hiç çıkmayacaktı sanırım. "Burası gerçekten başka bir ülke, başka bir yer gibi görünüyor" diye geçirdi içinden. Belki de burada yaşamalıydı artık. Kendini ait hissetmediği kaç yer gezebilirdi ki daha. Bulmuşken böyle bir yeri kaçırmamalıydı bu fırsatı. Kıyıya vuran dalgaların sesi,onun için dinlemekten hiç bıkmayacağı muhteşem bir besteydi.Aldığı haz gözlerinden okunuyordu. Oturduğu kütüğün etrafında dün gece yaktıkları ateşin külleri hafif esen sabah rüzgarıyla fazla havalanmıyor ayaklarının üzerine savruluyordu. Güneşin doğuşunu beklemek için başka bir yer aramaya hiç gerek duymamıştı. Gözünün görebildiği heryer gecenin o sessiz ve hain karanlığından kurtulup, gökyüzünün mavi rengiyle buluşmaya hazırlanan sulardı ya da tam tersi. Deniz, gökyüzü ile birleşip inanılmaz bir görüntü oluşturuyordu yavaş yavaş. Hele birde doğmak için sabırsızlanan güneşin turuncu-sarı ışıkları... En son ne zaman böyle bir manzara izleme şansı olmuştu.Hatırladığı ya da hatırlayabildiği anılarında yoktu böyle bir manzara.
Güneş artık olması gereken yere ulaşmış. Kıyıya vuran dalgalar sakinliğini kaybedip biraz daha hırçınlaşmıştı. Kuşlar uyanmış cıvıldıyorlardı. Kısacası doğa uyanmış fakat insan denen varlık göz kapaklarını hala açmamıştı. Oturduğu kütüğün üzerinden kalktı. Gerindi, vücudu günlerdir burada oturmuşçasına kaskatı olmuştu. Sayi! Kaç saattir burada oturuyordu ki? Anlamak için sol kolunu çevirdi, kolunda ki bilekliği görmezden gelip saatine baktı, 8.12'yi gösteriyordu. Yaklaşık dört saattir burada oturuyordu ama ona en fazla yarım saat gibi gelmişti. Vücudu tam tersini söylese de.
Denizin kenarından köpüklü dalgalar ayaklarına vura vura kaldıkları otele doğru ilerledi. Otelin büyük cam giriş kapısını açmak için ittirdiğinde, kapıya takılan eski usul zil bütün oteli uyandıracakmış gibi ses çıkardı. Zilin sesiyle irkilen resepsiyonist yarı uykulu yarı neşeli şekilde "günaydın" dedi. Başıyla kendisine merakla bakan bir çift göze selam vererek odasına doğru ilerledi Sally. Bugün burada geçirecekleri son gündü. Kendisine verilen oda kartıyla girdi küçük odasına.Bozulmamış yatağına baktı. Biraz uyumakla uyumamak arasında gelgit yaşasada uyumamayı tercih etti. Çantasını topladı. Zaten fazlada dağıtmamıştı. En iyisi bir duş alıp sonra kahvaltıya gideyim diye düşündü.
Suyu açtı,ılık akan suyun altına girdi. Ayağının altında ki mermerin soğuğunu hissetti. Ürperdi. Suyun ısısını biraz daha yükseltti. Saçları uzundu suyun etkisiyle sırtından süzüldüler. On beş dakika kadar kaldı banyoda. Telefonu çalmasa biraz daha kalırdı belki. Elini dışarıya uzattı astığı bornozu buldu geçirdi üzerine saçlarına da bir havlu sardı. Aynanın karşısına geçti. Aynada oluşan buharı eliyle sildi. Yüzü o kadar güzeldi ki ona bakan herkes hayran kalıyordu.Hiç tanımadığı bir ortama girdiğinde bütün gözler ona dönüyor ve kim olduğunu öğrenmeye çalışıyorlardı. Ama onun kendisinde gördüğü tek şey sol köprücük kemiğinin altından başlayarak göğüs kafesine doğru ilerleyen yara izinden başka hiçbirşey değildi. Bu izin sebebini kendine anlatıldığı gibi biliyordu ama öncesinde yaşanan hiçbirşeyi hatırlamıyordu. Parmaklarını hala ıslak olan ve üzerinden sular süzülen yara izine doğru götürdü. Tam dokunacakken bir ses "DOKUNMA" diye bağırdı sanki. Nasıl olurda bu yara izi bu şekilde bir travma yaratmıştı. İçine bir ürperti geldi, parmaklarını çekti dokunamadığı yara izinin üzerinden. Biraz korkuyla, biraz üzüntüyle biraz da nefretle...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BANA BENİ ANLAT
Romance"En zoruda, kendimden çok seni unutmanın verdiği acıya dayanmaya çalışmaktı... Ben mi unuttum? Sen mi unuttun? Ya da...