5 - Kayıp

641 41 32
                                    

Mutluluk ve heyecanla çığlık ata ata evin etrafında koşturduğunu hatırlıyordu. O zamanlar ne kadar da mutlu olduğunu düşündü. Babası vardı peşinde. Helen'i yakaladığı gibi kucaklıyor, gıdıklayıp kahkahalara boğulmasına sebep oluyordu. Annesi tatlı bir endişeyle kızıyor, 'bu çocuk senin yüzünden kilo almıyor' diyordu kocasına. Kocaman karnını tuta tuta endişeyle yaklaşıyordu yanlarına. Babasının 'Dur sen daha. İdil'im de hele bir doğsun, üçümüz bir olacağız sana karşı.' diyordu karısına ve sonra tatlı bir atışma başlıyordu aralarında. Hepsinin sonunda da sarılıp birbirlerini öpüyorlardı.

Şimdi buz kadar keskin ve soğuk havada bahçede dolaşırken Helen'in aklından geçenler bunlardı. Eskilere gitmiş ve uzun zaman sonra minik de olsa bir tebessüm dudaklarında yer edinmişti. Aklında yer edinen nadir çocukluk anılarından yalnızca biriydi.

"Helen?" duyduğu sesle hemen o tarafa çevrildi başı korkuyla. Üzerindeki kabanın açık yakasını daha da sardı kendine. Kollarını bağladı önünde. Gelen kişiyi görünce gözlerini ondan kaçırdı. Uzaklaşmak ve binaya dönmek istedi ama gidemedi. Karların içine gömülmüş siyah botları ilerlemek yerine olduğu yere çivilenmiş gibi dikiliyordu. Eteğinden çıplak bacaklarına değen soğuk hava dahi kımıldatmıyordu Helen'i.

"Nasılsın?" diye sordu tam önünde durduğunda.
Tıpkı her gün olduğu gibi...

"Nasıl olmamı bekliyorsun?"

Yüzüne bakmak yerine üzerindeki kalın paltosunu inceliyordu Helen. Hala aynısını giyiyordu. Geçen kış doğum gününde hediye etmişti. Koyu kahve, biraz uzun, içi yumuşacık... Helen'i de içine alarak sardığında verdiği hissi hatırlıyordu.

"Bunu bana sen söyleyeceksin."

Ona doğru bir adım attı Savaş. Kabanının fermuarını çekmemişti. İçinde yine Helen'in ona aldığı krem rengindeki boğazlı kazak vardı. Biraz daha yaklaştı ve her adımında geriye kaçamadı Helen. Belki de istemedi. Biraz sonra olacak şeyi biliyordu.
Savaş önce kollarını kaldırdı hafifçe. Helen'in omuzları üzerinden geçerek yünlü şapkanın örttüğü başına sardı. Kendine çekti usulca. Ve artık Helen'in burnu kokusuyla mest olduğu göğsüne gömülmüştü. Yeni yıkanmış olmalıydı, bu kokuyu da biliyordu. Üşüyen burnu sıcacık oldu. Kollarını kaldırıp saramadı ona ama kendini de çekmedi. Başının üzerine usul usul gözyaşlarını akıttığını da biliyordu. Bahçede dolaşırken şapka takması da bu yüzdendi. Sadece iki gün öncesinde Savaş onu yine böyle sarmaladığında saçları arasına süzülen damlaları hissetmiş ve çok zor tutmuştu kendini. Şimdi en azından bilse bile hissetmiyordu.

Savaş iki gün geçmesine rağmen bir türlü uyanmayan sevgilisinin yanındaydı. Doktor bunun normal olduğunu, bedeni hazır olduğunda kendiliğinden uyanacağını söylemişti. Yine de sabırsızdı ve bir o kadar da korkak... Ona uyandığında ne diyecekti bilmiyordu. Kafasında dönen birçok şey vardı. Onu sarmalayacak, istemese bile yanında olacaktı, bunu zaten biliyordu. Aksi mümkün değildi.

Saat öğleden sonra üçü gösterirken uyumasını fırsat bilerek hafiften yanmış koluna uzandı Savaş. Öpmelere doyamadığı güzel teni üçüncü derece yanıkla kaplanmış, kıpkırmızı olmuştu. Düne göre birazcık daha iyiydi belki ama uyandığında duyacağı acı geldi aklına. Gerçi manevi acıdan bu yanık acısını hissedebilir miydi, emin değildi.
Savaş'ın aklını kurcalayan bir diğer şey ise sürekli bahsettiği kız kardeşiydi. Sadece bir kez sorabilmişti ve aldığı cevap aynı olmuştu. İdil bulunamıyordu. Helen'in bahsettiği ve tutuklanan adam mı önceden kaçırmıştı yoksa kendisi mi kaçmıştı? Annesinin üstüne birde bunu kaldırabilecek psikolojide olmasını beklemiyordu.

Onunla Bir GeceHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin