elimizde telefonlarla, zar zor yüklediğimiz bilgisayar oyununda birinciliğimi çalan uluay a arada öfkeyle bakıp, sonra oyunu oynamaya devam ediyordum. sinirlerimi bozuyordu pislik. ege ve buraksa, bizim bu halimize kahkaha atıyor, sonra gülerek oyuna devam ediyorlardı.
"hah. kazandım" dedi uluay elindeki telefona bakıp arkasına yaslanırken. oturduğum yerde bağdaş kurup yeniden oynamak için bir tuşa bastım.
"bir daha" ege göz ucuyla bana bakıp gülmemek için yanaklarını ısırdı.
"kabul et dolunay, paslanmışsın" yanda duran yastığı suratına fırlattım.
"hiç de bile. kendinize bakın siz önce. alacağın olsun uluay efendi. ben sana yapacağımı bilmez miyim" dudaklarımı birbirine bastırıp başımı usulca iki yana salladım.
"öyle mi küçük hanım? ne yapacakmışsın bana?" omuz silktim.
"görürsün. söylersem eğlencesi kalmaz değil mi? pislik" oyuna başladığımız an öldüğümde ellerimi hırsla dizime vurdum "oynamıyorum ya"
"Dolunay, resmen çocuk gibi trip atıyorsun bana. Altı üstü oyundaki birinciliğini çaldım ne yapayım?" sinirle elimdeki telefonu bırakıp homurdandım.
"birinciliğimi çalman, trip atmam için gayet yeterli bir sebep. ayrıca sen benim boşluğumdan faydalandın. yahu birkaç aydır oynamıyorum sadece, nasıl başardın aklım almıyor" duruşunu gururla dikleştirdi.
"eh, bir şeyler biliyoruz biz de. boş değiliz kızım" karnına tekme attığımda gülerek suratıma yastık fırlattı. ege ve burak, bizim bu halimizi gülerek izlerken aylin elinde tepsi ve üzerinde dumanı tüten kupalarla mutfaktan çıktı. önümüze kupaları koyarken göz ucuyla egeye baktı.
"çamaşır suyu koymadım içine. zehirsiz" ege yerinde kıpırdanıp mırıldandı.
"kendimi hiç güvende hissetmiyorum" sadece biz duymuştuk, aylin değil.
"bence de, hissetme. her an arkandan bomba falan patlayabilir belli olmaz"
"sağır değilim şükür" diye bağırdı aylin ve kıpırdandı. burakla ege irkildi. "duyuyorum. önemsemediğim birini öldürecek kadar zavallı değilim" ege yüzünü ovuşturup sıkı bir küfür savurduktan sonra tepsideki kupalardan birini aldı. burak tedirginlikle aylinin ifadesini kontrol edip kupasını eline aldıktan sonra uluay kala iki bardağı aldı. birini bana uzattığında alıp almamak arasında tereddüte düşsem de bir şeyler olduğunu anlamaması için aldım. keyifle arkasına yaslandı.
"ha bu arada, x kişisi gündemde zirvede. artık uluayın hayali sevgilisi falan mı dersiniz onu bilmem de, şu konuya bir çözüm bulmanız lazım." üçü başını yukarı aşağı sallayıp ayline onay verdi. burak bana dönüp masum ifadesini takındı.
"acaba bir kez de olsa-" sözünü kesip söylendim.
"hayır. bir kez iki kez yok. hiçbir zaman o sahnelerden birine adımımı atmayacağım, bilesiniz" uluay başını bıkkınlıkla geri attı.
"bilmesinler. özel hayat denen bir şey var. gizli kalsın ha. bir şey olmaz" ellerindeki kahveyi bir anda kafaya dikip soğumasını beklemeden içtiler ve ortadaki sehpaya bıraktılar. uluayın gözleri bana döndü.
"dolunay. iyisin değil mi? kahveyi severdin sen" tedirginlikle masaya koydum kupayı.
"iyiyim. canım istemiyor sadece" elini alnıma değdirip derin bir nefes aldı.
"benden bir şey saklıyorsunuz. ne dedi doktor diyorum saçma sapan şeyler geveliyorsunuz. er ya da geç, bunu öğreneceğim" asla öğrenemeyecekti. bunun ihtimali dahi yoktu. o günün üzerinden bir hafta geçmişti ve ben kararımı vermiştim. daha kalbi bile atmıyordu ve ben, onun bu dünyaya gelmesini istemiyordum. onu istemeyecekti ve ben, o kadın gibi olup onu birinin yanına bırakmak istemiyordum. bu dünyaya gelmemesi, onun için en iyi seçenekti. birinci sorunumuz, onu istemeyecek olmasıydı. ikinci sorunumuz, benim hazır olmamamdı ve üçüncü sorunumuz, eğer uluay onu istemezse ben onu bu hayata getirmeye karar verirsem, babamın gazabına uğrayacak olmamdı. ben dayakla büyümüştüm, onun da öyle olmasını istemiyordum. seçeneklerim kısıtlıydı ve kararımı çoktan vermiştim. başka çarem yoktu.
"öğreneceğin bir şey yok, saçmalıyorsun." gözlerini ardına kadar açtı.
"saçmalıyorum ha. hadi cevap versinler bakalım kim saçmalıyormuş" burağa döndü. "kim saçmalıyor burak. dolunayın eski halinden eser var mı. yüzü bembeyaz, kahve içmiyor, yemek yemiyor. hadi cevap ver kim saçmalıyor" burak rahatsızca kıpırdandı. gözler üzerimde gezindi.
"abi, haklısın yemek yemiyor, kahve içmiyor yüzü bembeyaz falan ama, sen de biraz abartmıyor musun? yani, doktora gittiler. biliyorsun aylin asla yalan söylemez sana. bir şey olsa söylerdi. fazla tedbirli gibisin. bak yeşillerine. parlıyor, o zaman sorun yok" bana dönüp uzun uzun gözlerimin içine baktığında tedirgin olmasın diye hızla yanağını öptüm.
"bir şeyim yok. takıntı yapıyorsun sadece. sana öyle geliyor" diye mırıldandığımda derin bir nefes alıp benim gibi yanağıma eğildi ve hızla bir öpücük kondurdu. bu bile yanaklarımın ısınmasına neden olmuştu.
"öyle olsun küçük hanım. umarım haklısındır ve ben takıntı yapıyorumdur. yoksa bana yalan söylemiş olacaksın, bilesin" arkama yaslanıp elime telefonumu aldım. aylin kıpraştı.
"eh, ne zaman evleniyorsunuz siz" sorduğu soru, hepimizin gözlerinin ona dönmesine neden olmuştu. uluay şaşkınlıkla sordu.
"ne"
"ne si mi var canım. bir seneyi geçti, evlenin artık." arkasına yaslanıp keskin bir ses touyla konuştu.
"erken daha, hazır değilim ben!" fark etmeden omuzlarım düştü. en kısa zamanda kalbi bile atmayan küçük canavardan kurtulmalıydım. ya o benim hayatımı karartacaktı, ya ben onu hayata getirmemeye karar verecektim, seçimimi çoktan yapmıştım...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OYUN 2 (Tamamlandı)
Teen Fiction"Dolunay, resmen çocuk gibi trip atıyorsun bana. Altı üstü oyundaki birinciliğini çaldım ne yapsaydım?" sinirle elimdeki telefonu bırakıp homurdandım. "birinciliğimi çalman, trip atmam için gayet yeterli bir sebep. ayrıca sen benim boşluğumdan fayda...