BÖLÜM 21 FİNAL ÖNCESİ BÖLÜM

10.1K 530 85
                                    

"ne yapayım ben minik" dedim kulaklarının arkasını kaşıdığım miniğe. "affedeyim mi onu bebeğim? anne seninle daha mı mutlu? onu hiç karıştırmasak mı işin içine?" kendi kendime konuşmak, emre yanımdayken beni şizofren sanmasına neden olsa da şu an gibi yalnız kaldığım zamanlarda kafamı toparlamama neden oluyordu. 

"eğer konuşabilseydin kalbimi dinlemem gerektiğini söyleyeceğine inanıyorum. hatta buna eminim bak. kesin onu affetmemi söylerdin" ağızını kocaman açıp esnediğinde derin bir nefes aldım. olacak iş değildi. böyle bir şey yapamazdım. en azından şimdilik. onu affetmek haksızlık olurdu, kendime karşı yaptığım bir haksızlık. 

kapı çaldığında yeniden uluayın geldiğini düşünüp kapıya bakıp bakmamak arasında kararsız kalsam da en kötü ihtimalle onu gönderebilirdim. sorun çıkacağını zannetmiyordum, ya da umuyordum kim bilir?

kapıya ilerleyip açtığımda kimsenin olmadığını fark ettim. fakat kapının eşiğinde beyaz bir zarf vardı. bu numaralar çok eskide kalmamış mıydı? uluaydan başka kimse bunu akıl edemezdi herhalde. 

yerdeki zarfı alıp kapıyı kapattım ve miniğin yanına, eski yerime geçtim. birkaç gündür üzerimde olan deli cesaretimle düşünmeden zarfı açtım ve açtığım an, kucağıma bir bilet düştü. konser bileti. üçünün konserinin bileti. bir de kağıt.

bu beni üç sene önceki konser zamanına götürdü. tek fark, o zaman zarfı burağın vermesiydi. şimdiyse kendim alıyordum. 

derin bir nefes alıp katlı olan kağıdı açtım ve uluayın el yazısını gördüm. düzenli ve sıralı. 

Dolunay, aslında ne söyleyeceğim hakkında en ufak bir fikrim yok. senden milyonlarca kez özür dilesem yine de beni affetmeni sağlayamam. asla. fakat senden tek bir isteğim var ki; ne olur şu lanet olası konsere gel. ilk yazdığım nottaki gibi süslü konuşmalar yapabilirdim ama... bilmiyorum. anlarsın ya, süslü sözlere ihtiyacım var mı bilmiyorum. ya da... onları söylersem beni affedeceğini zannetmiyorum. 

biliyor musun dağdaki evin duvarında yazıların hala duruyor. yenilerinin eklenmesini her şeyden çok istiyorum çünkü her bir yazıyı ezberledim. yukarıdan aşağı, aşağıdan yukarı, soldan sağa, sağdan sola her şekilde yazdığın cümleleri söyleyebilirim. yenilerinin eklenme zamanı gelmedi mi sence? belki benim yüzümden hayattaki her eğlenceni ve artık benden çalmadığına emin olduğum mesleğini bıraktın ama... bu oyuna girmemen için bir engel değil.

şu an ağladığına eminim, amacım bu değildi ve üzülmenden nefret ediyorum. bir kez daha yüzümüzü görmeyecek olsan da; bu gün oyuna gir ve yarın konsere, saat 11.00' da gel. lütfen. seni sevdiğimi biliyorsun ve bizimle konuşmak istemiyor olabilirsin. o zaman biz de xkişisiyle konuşuruz. olmaz mı?

mektubu okuduktan sonra toparlanmam uzun dakikalarımı aldı. ne demek istediğini düşünüp algılamam ve yapıp yapamayacağımı çözmem için gereken koskoca yedi dakika. fakat bir saniye daha beklemeyeceğimi düşündüm ve notu da, bileti de hızla kapıp merdivenlerden yukarı tereddüt etmeden koştum. minik ne olduğunu çözemese de peşimden koşturdu. hızla odama girip bilgisayarın başına oturdum. tir tir titreyen ellerimle bilgisayarı açıp üç senedir beni bekleyen fakat inatla girmediğim oyuna girdim ve üçünün de oyunda olduğunu gördüm fakat bu kez isimleri değişmişti.  AffetBiziXkişisi egenin adıydı AffetmezsenAdınıAçıklarım burağındı. uluayınsa LanetOlsunHatalıyım dı.  dalga geçmeyi sonraya erteleyip kulaklığımı taktım ve elimi yıllardır değdirmediğim tozlu tuşlara değdirdim. bunu bile özlemiştim. adam öldürmeyi, ölmeyi, tuşların hafif tıkırtısını. 

onların içinde olduğu oyuna girip küfür seslerinin kulağımı doldurmasını bekledim. lanet olası internet gidecek zamanı bulmuştu? ekranın tam ortasında yuvarlak bir işaret durmadan dönüyordu ve çıldırmak üzereydim!

sonunda önce kesik kesik, ardından belli olan küfür sesleri kulağıma geldiğinde derin bir nefes alıp oyunun değişen şeylerini incelemeye başladım. çok da büyük bir fark yoktu. özellikle hemen kesilen küfür seslerinden bunu anlıyordum.

"dolunay" dedi burağın şaşkınlık dolu sesi.

"ulan ben biliyordum bir gün oyuna gireceğini." diyen egenin neşesi sesine yansıyordu. burak kahkaha attı.

"dur be, senin bize sevgilinmiş gibi yutturduğun kuzenin ne alemde? o mu izin vermedi bu zamana kadar oynamana" 

"lan ben de diyorum bunlar niye benziyor. yeşil gözler farklı olur ya, en azından tonu değişiktir falan. yok, neredeyse tıpa tıp aynı. bir kuzenle nasıl bu kadar benzerlik olur onu da bilmiyorum ya..." oyunun değişmediği konusunda yanılmıştım. ben bu silahları nereden topluyordum? alıyor muydum acaba? 

"teşekkür ederim" dedi uluay ve bu benim nefesimi tutmama neden oldu. ellerim heyecanla daha çok titrerken neşesini fark ettim. karakterimi yürütmeyi bile unutmuştum neredeyse. burağın şaşkınlık dolu sesini duydum.

"dolunay karakterin neden içip sarhoş olmuş sen gibi yürüyor?"

"kes sesini burak" egeden bir şaşkınlık nidası çıktı.

"a-aa, dolunay paslanmış mı? üç sene boyunca oynamazsan böyle olur" sinirle ve hırsla klavyeye vurma isteğimi bastırıp derin bir nefes daha aldım.

"paslanmadım ya... sadece... şu lanet olası silahları nereden alıyorduk?" ve bu kez, üçünün de kahkaha attığını duydum. alışık olduğum şey buydu. klavyenin tıkırtıları, gece gündüz bilgisayar başında oyun oynamak. normalime dönmeye başlıyordum...

OYUN 2 (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin