DOLUNAY' DAN...
üçümüz de koltukta elimizdeki kahvelerle uğraşırken tek bir umudum vardı. düşünmemek. düşünmeyecektim. ne onu, ne beni bırakmasını, ne aylarca süren korkumu. hiçbirini düşünmeyecektim.
"dolunay, şu adamın sevgilin olup olmadığının cevabını hala söylemedin" dedi ege sesindeki siniri gizlemeyerek. kuzenim olduğunu öğrendiğim adamı sevgilim diye tanıtmak hiç de mantıksız değildi aslında. fakat belirsizliğin içlerini kemirmesini sağlamak daha canice gelmişti ve ben de onu seçmiştim.
"ilişkimi sorabilecek doğru kişiler siz değilsiniz" dedim kararlı sesimle. ve cürretkarlıkla ikisine baktım. "hatta hayatımı sorabilecek kişiler de değilsiniz. batıran siz olduğunuz için"
"biz senin hayatını batırmadık dolunay" dedi burak kararlılıkla. arkama yaslandım.
"öyle mi? pekala neden gelmediniz o zaman. üç sene boyunca değil de neden şimdi" ikisi de gözlerini kaçırdı ve ege mırıldandı.
"işlerimiz vardı"
"tabi ya" dedim ister istemez yükselen sesimle. "her gün farklı barlarda takılıp kızlarla yiyişmek ve hafta sonları da türlü türlü magazin sayfalarıyla röportaj yapmak, onlara konu olmak, haftanın neredeyse her günü farklı psikologlarla görüşüp kendini toparlamaya çalışan ve bebeğini yeni kaybeden üstüne üslük bebeğinin babası olacak adam tarafından terk edilen arkadaşını yarım saat görmekten çok daha önemli bir iş, kusura bakmayın ben bilemezdim" bunu söylediğime inanamıyordum. herkesten sakladığım şeyi deli gibi kızgın olduğum kişilere söylemiştim fakat pişman olduğumu da zannetmiyordum.
"psikoloğa mı gittin" dedi burak ve sesi beklediğimin aksine şefkatliydi.
"toparlanamadım" diye kısa bir cevap verip kahvemden bir yudum aldığımda gözleri bileğimin içindeki, küçük bebek ayağı dövmesine takıldı. ilk senemde bir doktor kaçınmamın değil, yüzleşmemin iyi olacağını söylediği için yaptırmıştım. hızla elimi çekip görmelerini engelledim.
"hala şarkı söylüyor musun" diye sordu burak ve onların olduğu şehirden ayrılmanın ne kadar iyi bir seçenek olduğunu bir kez daha anladım.
"hayır" ege bu kez kabında duran gitara baktı. siyah çantası toz içindeydi ve tamamen gri olmuştu.
"çalmıyorsun da"
"hayır" bu kez ikisi hızla bana döndü.
"neden" omuzumu silktim.
"anlamını kaybetti. sanata saygımı yitirmek istemedim" gayet yeterli bir cevaptı bu.
"peki çalışıyor musun" başımı iki yana salladığımda ikisinin de kaşları çatıldı. hızla konuştum.
"lise dört terk olunca dünyadaki bütün iş kapıları yüzünüze açılmıyor" burak hızla ayağı kalktı.
"dolunay sen nasıl geçinebiliyorsun? kocaman bir evde kalıyorsun ve çalışmıyorsun. aklıma hiç iyi şeyler gelmiyor"
"o aklına gelen şeyleri yapacak birine benziyor muyum ben burak? annem para veriyor bana" ege kaşlarını çattı bu kez.
"hangi annen"
"bana bakan annem" bu kez ikisi de bıkkınlıkla oflasa da konuşamadılar çünkü üst kattan yüksek pati sesleri geldi ve iki sene önce sokakta ıslanmışken bulduğum yavru köpek -artık kocaman- siyah ve hala cinsini çözemediğimiz, kırma olduğuna inandığımız ama bu umurumuzda olmayan ve adını o zamana göre minik koyduğum -şimdi ironi olduğunu düşünüyordum- minik, merdivenlerden koşarak indi. beni gördüğünde uzun tüylü kuyruğunu sallayarak hızla koştu ve yasaklamadığım için koltuğa oturdu. burak irkilirken ege kaçacak delik arıyor gibiydi. burakla egeyi merak eden minik, koklamak için yanlarına yaklaşacakken izin vermeyip oturmasını sağladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OYUN 2 (Tamamlandı)
Teen Fiction"Dolunay, resmen çocuk gibi trip atıyorsun bana. Altı üstü oyundaki birinciliğini çaldım ne yapsaydım?" sinirle elimdeki telefonu bırakıp homurdandım. "birinciliğimi çalman, trip atmam için gayet yeterli bir sebep. ayrıca sen benim boşluğumdan fayda...