ezberlemek istercesine bakındığım duvardaki boyaya, halının desenlerine ve tavandaki çiziklere bakmaya son vermek için can atıyordum. aylinin annesiyle başımdan neler geçtiğini konuşmak, pek de kolay sayılmazdı. oldukça zorlanıyordum anlatırken ve... bunun oldukça normal olduğunun da bilincindeydim.
"nasıl geçti, şu bir ay?" derin bir nefes alıp başımı iki yana salladım ve ayağımı stresle yere vurmayı kestim. çıt çıkmayan odada oldukça yankı yapıyordu bu...
"idare edebileceğim kadar güzel" kadın gülümseyip başını yukarı aşağı salladı. adını öğrenmiştim, ama onunla ilgili olan şeyleri isimsiz olarak düşünmek daha çok hoşuma gidiyordu. saçma sapan bir takıntıydı bu. birkaç dakikalık sessizliğin ardından sıkıldığım için doğrudan ona döndüm.
"Aylin in neden benimle görüştüğünü biliyor musunuz? yani... bir şey mi oldu?" kaşları hafifçe çatılsa da başını iki yana sallamakla yetindi.
"bir zamanlar en yakın arkadaşıydın Dolunay. bazen... geçmişi özleriz ve onu tekrarlamak için eski arkadaşlarımızla görüşürüz." sonra dirseğini masaya yaslayıp başını avuç içine koydu.
"ve biliyor musun? gerçekten iyi hissettiriyor. kaçmak istediğimiz gerçeklerle yüzleşmek, hayatımızda nelerin değiştiğini anlatmak" ne demek istediğini anlasam da yüzüne bakmaktan kaçınıp ezberlediğim beyaz halıya bakındım. buraya gelen yüzlerce insan yüzünden halının griye dönmüş olmasını beklerdim fakat- ne düşünüyordum ben! lanet olası bir halıya kafa yormaya vaktim yoktu.
"pekala, kitabı okudun mu" aklıma yine birkaç söz geldiğinde moralim bozulmuştu. yine de başımı yukarı aşağı salladım
"nasıl hissettin" içten içe yanaklarımı kemirmeye başlarken kendime nasıl hissettiğimi anlamak için birkaç saniye ayırıp kollarımı göğsümün altında birleştirdim ve mırıldandım.
"yalnız"
"yalnız mı" başımı yukarı aşağı sallayıp iç çektim.
"ama... fiziksel olarak, yanımda birinin olmaması gibi bir yalnızlık değildi..." yutkunup tavana bakındım.
"belki çok tuhaf gelecek size ama... hani sabah, dışarıda deli gibi yağmur yağarken, şimşek çakarken erken saatlerde işe ya da okula gitmemiz gerekir de, yattığımız sıcacık yatağı bırakmak istemeyiz ama zorunda kalırız. yataktan kalktığımızda da, sadece bir saniyeliğine derin bir boşluğa düşeriz. ne yapacağımızı bilemeyip etrafa alık alık bakarız ya. sanki... sürekli öyle bir boşlukta gibiydim" söylediğim şeyin saçmalığını fark edip gülmem birkaç saniyemi aldı. elimi alnıma götürüp derin bir nefes aldım ve ofladım.
"tamam, şu an çok şizofrence bir düşünce gibi gelebilir ama-" sözümü keserek başını iki yana salladı.
"hayır, değil. demek istediğini anladım ama... yüzleşmek iyi gelecektir. inan bana"
"eğer onunla yüzleşmeye hazır olsaydım bir dakika bile beklemezdim" kendimden beklemediğim bu itiraz dudaklarımdan döküldü ve şaşırma fırsatım bile olmadı.
"neden hazır olmadığını düşünüyorsun?" derin bir nefes alıp etrafa bakındım.
"çünkü...daha pek çok şeyi atlatamadım ve karşısında ağlayıp kendimi... kendimi saçma sapan durumlara düşürmek istemiyorum."
"neden saçma sapan durumlara düşecekmişsin ki?" içten içe kendime lanet okudum. gerçeği söylememek için dirensem de bir anda patladım.
"çünkü üç sene geçti her şeyin üzerinden ve ben aptal gibi onun için ağladığımı zannetmesini istemiyorum. o her gün farklı kızla binbir türlü şeyler yaşarken ben evde onları izleyerek ağladım, hala da aynı döngü devam ediyor ama bunu da bilmesini istemiyorum. ben onu, bana ne yaparsa yapsın hala deli gibi seviyorum ama bunu da bilmesini istemiyorum. siktiğim hayatta bir günümün sıradan geçmesini istiyorum ama olmuyor. daha ne yaşayacağım ben?" bunu söylerken anlayamadığım bir şekilde gaza gelip ayağı kalkmıştım, elimdeki çantayı sırtıma atıp ona döndüm.
"ama biliyor musun. şu lanet olası hayatta sürekli pişman oldum, ve bir kez daha hata yapıp pişman olsam bir şey değişmeyecek. battım batacağım kadar, dahası olmaz." başka bir şey söylemeden önce odadan, sonra klinikten, en son da caddeden çıkıp bulduğum ilk taksiye bindim.
ne yaptığımı, hata mı yapıyor olduğumu düşünmeden kaldığını bildiğim otelin adını söyledim.
pişman olmamak için zihnimi düşünmemeye zorluyordum. düşünürsem, pişman olur ve bir kez daha bunu yapacak cesareti kendimde bulamazdım. tereddüt etmeyecektim. asla. bu gün onun yanına gidip bir bir hesap soracaktım. cevabını vermese de, beni unutmuş olsa da, önemsemese de, morali bozulsa da. onun bozulan morali benim sağlığımdan daha mı önemliydi sanki! istediğini düşünebilirdi.
oldukça büyük ve lüks olan otelin önüne geldiğimde parayı ödeyip arabadan indim. dışında ya da etrafında ne olduğunu umursamadan hızla beyaz otelin içerisine girdim. tam ortada, büyük beyaz yuvarlak bir koltuk vardı ve içerisi oldukça kalabalıktı. yine de resepsiyonun önü boş olduğundan kimseyi umursamadan zaman kaybetmemek için yirmili yaşlarda üniforma giymiş adamın karşısına geçtim. adam söylemem için başıyla onayladı.
"birine geldiğimi haber vermenizi istiyorum, oda numarasını öğrenecektim" yüzünde sahte bir gülümseme oluştu.
"tabi, kim?"
"uluay-" sözümü kesti. gözleri ardına kadar açılırken konuştu.
"şu üç kişilik gurubun başındaki kişi mi" sabır dilemeyi sonraya erteledim. uluay ismi sandığımdan da yaygın bir isimdi demek ki.
"evet o" alayla gülümsedi.
"hanımefendi siz beni enayi mi sandınız" şaşkınlık tüm duygulardan ağır basarken ağızımın bir karış açık kalmasına neden oldu.
"pardon?" dedim şaşkınlıkla ama o alayla gülmekle meşguldü.
"buraya günde yüzlerce kadın geliyor, gencinden yaşlısına, uluayla görüşmek için. müşterilerimizi sahtekarlarla uğraştırmamak en büyük hedefimizdir" lanet olsun, kapıdan dönmeye hiç mi hiç niyetim yoktu. ve o an, kendimden asla beklemeyeceğim kadar büyük bir hareket yaptım.
bir dakika beklemesini işaret edip cebimdeki telefonumu çıkarttım ve hala silmediğim adını bulup onu aradım.
siktir, onu aradım.
elim bir anlığına kapatma tuşuna gitse de sahtekar olmaya meraklı değildim. bu yüzden heyecandan çıldırmamayı umarak birkaç çalma sonra telefonun açılışını duydum.
"alo" sesi uykulu ve yorgundu ama bu bile, kalbimin deli gibi çarpmasına neden oldu.
"odanın numarası ne" dedim kendimden bile beklemediğim kadar soğuk bir sesle. esnediğini anladım.
"ne" dedi anlamamışçasına ve bu çileden çıkıp deli gibi bağırmama neden oldu.
"telefonunu açmadan önce arayan kişiye bak geri zekalı" birkaç saniyenin ardından ettiği heyecan dolu küfürleri duydum.
"siktir, dolunay. lanet olsun sen-" sözünü kesip nispeten daha sakin bir sesle konuştum.
"eğer müsait değilsen-" nasıl bir anda bu kadar kolay tavırlarım değişiyordu?
"hayır. hayır kimse yok... yani... kahretsin ne işin var-" yine bozulmuştu sinirlerim.
"odanın numarasını söyleme zahmetine girişirsen kahrolası işimin ne olduğunu söyleyeceğim" ikimiz de telefonda birbirimize deli gibi bağırıyorduk ve ben heyecandan titriyordum.
"lanet olsun elimi ayağıma dolaştırdın. dur... yani bekle şey"
"ulan odanın numarasını söyleyeceksin altı üstü senden dört katlı sayıları zihninden çarpmanı istemedim"
"unuttum kızım bekle bakayım ya" tüm gözlerin üzerimde olmasını umursamadan derin bir nefes aldım ve alev değmişçesine yanan yanaklarımın serinlemesini umdum.
"nerede yazıyor bu siktiğim numarası" diye bağırdığını duyduğumda ben de bağırdım.
"ben nereden bileyim"
"kendi kendime konuşuyorum dolunay, lan tişörtüm nerede benim?"
"hangi sürtük çıkarttıysa oradadır" dediğim şeyi fark ettiğimde artık çok geçti....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OYUN 2 (Tamamlandı)
Novela Juvenil"Dolunay, resmen çocuk gibi trip atıyorsun bana. Altı üstü oyundaki birinciliğini çaldım ne yapsaydım?" sinirle elimdeki telefonu bırakıp homurdandım. "birinciliğimi çalman, trip atmam için gayet yeterli bir sebep. ayrıca sen benim boşluğumdan fayda...