"Kuzeye kar yağmaya başladı. Dur durak bilmeden haftalardır yağıyor. Öyle bir kış ki, gök yere indi. Sureti kayboldu şehrimin... Kalbim buzların üzerinde yanan bir ateş gibi... Kimileri bu kara kışa benim sebep olduğumu söylüyor. İşlediğim günahın bir bedeliymiş, son buldu denilen savaşı tekrar başlattığım için... Sönmüş ateşi yeni yeniden yaktığım için Tanrı beni lanetlemiş, cezalandırıyormuş. Belki de doğru..."
Düşünceleri zihninin çıkmazlarını karartıyordu. Kelimeleri tekrar tekrar düşündü. Elini cebine atıp selek taşını un ufak etmek istermişçesine sıktı. Öyle bir sıktı ki kemiklerinin nidaları, kuzey rüzgarlarının sesini bastırıyordu. Üç bitap genç, üzeri karla örtülü kuzeyin soğuğunda ilerliyorlardı. Attıkları her adımda bacakları kara gömülüyor ve bir sonraki adımı nasıl atacaklarını düşünüyorlardı. Pek eğimi olmayan bir tepeye doğru uzun süre yürüdüler. Zirveye vardıklarında gördüklerine inanamadılar. Anlatılanlar doğruydu, gerçekten de orada küçük bir kasaba vardı. Kemal kara gömülmüş bu küçük kasabayı görünce şaşkınlığını gizleyemedi.
- Bu inanılmaz. Peki nasıl yaşıyorlar? Neyle beslenip...
Yiğit eliyle Kemal'i susturdu. Elini Kemal'in ağzından çektiğinde, Kemal ağzında anlamlandıramadı bir tat fark etti. Ağzını yoklamak için elini ağzına götürdü, bu kandı. Selek taşını sıkmaktan olmalıydı. Yiğit'e dönerek korkulu gözlerle baktı. Yiğit'in gözleri kan çanağına dönmüştü. Bir adım daha atıp sendeleyince Kemal hızlıca Yiğit'in koluna girdi. Tam bu sırada Yiğit Kemal'in kulağına eğilip bir şeyler fısıldadı.
- Bu imkansız. Bunu nasıl yaparım? Beni öldürürler Yiğit.
- Orada kimse yok. Onları al ve geri gel.
Tam bu sırada Alper'e döndü. Eliyle yaklaşmasını işaret ederek onun da kulağına bir şeyler fısıldadı. Alper'in de gözleri fal taşı gibi büyüdü.
- O çocuk öldü sanıyordum.
- Henüz ölmedi. Ancak yine de bu kaçınılmaz.
- Benden bunu istediğine emin misin?
- Kesinlikle. Bundan sonrasını yalnız devam etmeliyim.
- Yine de söylüyorum, bu plan tam bir delilik.
- Deli olmadığımı söylemedim zaten.
Alper ve Kemal, Yiğit'in onay vermesiyle geri döndüler. Yiğit ise ağır adımlarla kasabaya doğru ilerlemeye başladı. Hava kararıyordu ve soğuk daha da kendini belli etmeye başlamıştı. Bottan indiklerinden beri yürüyen ayaklarının ağrısı soğuğun etkisiyle hissedilmez hale gelmişti. Bir süre daha yürüdü, yürüdü ve yürüdü. Göz kapakları donmaya başlamıştı. Soğuktan yanan gözlerini ovuşturdu. Tam o sırada gözüne vuran bir ışık huzmesi görüşünü tamamen kapatmıştı. Bacaklarını sürüklemekten bitap düşen bedeni Yiğit'e itaat edemiyordu.
Parlak ışığın içinde kendisine doğru yaklaşan bir karartı gördü. Uzaklardan duyduğu "Buraya gelmemeliydin." sözü gözleri karanlığa teslim olmadan önce duyduğu son nidaydı.
Karanlık, çok karanlık ve etrafında kol gezen karanlık sisler... Tedirginlik bütün vücudunu kapladı. Kapkara bir ormanın içinde kendini bulmuştu. Duyduğu hışırtı sesiyle arkasına döndü. Bir kapı... Öyle bir kapı ki boyu bulutlara değiyordu. Yiğit kapıyı gördüğü anda irkildi. O kadar büyüktü ki içinde üzerine devrilecekmiş hissi uyanıyordu. Kapıya doğru ilerleyip dokundu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ah-ı Nehir (Tamamlandı)
ActionHer kültürde anlatılan bazı hikayeler vardır. Kimi gerçek, kimi abartılı, kimi ise yalanlarla dolu... Yiğit kendi halinde sıradan bir genç iken, ailesinin onu evlat edindiğini öğrenir. Gerçek ailesi ise ibretlik bir biçimde katledilmiştir. Yalanla...