05

455 37 26
                                    

Kesmeyi unuttuğu tırnaklarının, en başından beri işkenceye maruz bırakılmış olan kılıfı, nihayet hunharca yırtması, tam da onu delirtmekte olan ikiliye, üçüncü bir parmağın dâhil olduğu ana denk gelmişti. Kulaklarına doldu kumaşın cırtlak çığlığı...

Tüm hücrelerine yayılan doluluk hissine, bir de o an yaşadığı keşfedilmişlik eklenince, yeniden erken davranıp adamı hayal kırıklığı yaşatmaktan korkmuştu açıkçası. Öyle bir tamamlanma ve de bulunma anıydı ki az önce yaşadığı kısacık zaman dilimi! Mew onu tamamlıyordu... Mew onu keşfediyordu...

Oysaki henüz, bir bütün olmamışlardı.

Uzandığı kanepede, terden saçlarının nemlendiğini, ılık damlacıkların esmer bedeninin her bir köşesinde keyif sürdüğünü, daha açık ve daha net bir şekilde hissedebiliyordu gözleri sımsıkı kapalıyken.

Derken, eksiliverdi aniden Gulf... Mew eksilivermişti çünkü onu tamamlayan denklemden. Adamın parmakları, artık onun mabedinde kol gezmiyorlardı. Doldurmuyorlardı artık onu...

Sızlanarak açıldı gözleri esmerin. Görüşü, kirpiklerine kadar ulaşan ter yüzünden, bulanıktı. Ayrıca gözlerini öylesine sıkı kapatmıştı ki, kendi kendine yaptığı bu baskıdan dolayı, görüntünün netleşmesi zamanını almıştı. Nihayetinde gördüğü ilk şey ise, Mew'in kendisine bakan güzel yüzüydü.

Yüzünde endişeyle karışık bir tebessüm vardı adamın. Gergindi. Sanki bir şey bekliyordu ondan. Bir işaret...

İşaret...

Olabilir miydi?

Mew, gerçekten de, ondan, son bir kez, sözsüz de olsa, izin mi alıyordu yani şu an?

Başta şaşırmıştı Gulf. Çünkü fark etmişti ki, Mew de en az onun kadar terlemişti. En az onun kadar – hatta belki daha fazla- devam etmek istiyordu. Yine de kendine hâkim olmayı başarmış, birçok insanın şu noktada, karşı taraf durmak istese bile devam edeceği şu noktada durmuş ve de onun son bir kez iznini almak için nefsine meydan okumuştu.

Baygın gözlerine kadar ulaşmayı başaran bir gülümsemeyle adamın boynuna doladı kollarını. Onu, hafifçe kendine çekip dudağının kenarına bir buse kondurdu önce. Bir sonrakini de dudaklarına... Kısa ama şehvet dolu bu öpüşlerin gölgesinde, Mew kucağına aldı Gulf'u.

"Yatak odası?", diyebildi o öpücüklerin arasından.

"Sağdaki oda!", dedi Gulf. İstemeden de olsa, yüksek çıkmıştı sesi.

Hala öpüşmeye devam ettiklerinden ve eve yabancı oluşundan mütevellit Mew, sehpaya çarpıp az önce içinde kahve içtikleri kupaları devirmiş, birkaç kez de sendelemişti.

Odanın önüne geldiklerinde, kapının kulpunu Gulf yoklamıştı. Mew ise, açılan kapıdan içeri dümdüz ilerlemiş, yatağa çarpınca da durmuştu.

Sırtı tanıdık nevresimlerle buluşan esmer, Mew'in boynundan ayrılan kollarını, bu sefer de adamın beline indirmişti. Oradan da kemerini bulmuştu elleri. Hızlıydı.

Mew'in elleri, esmer tende keşfedilmedik toplu iğne ucu kadar yer bırakmazken, dudakları da boş durmuyordu. Öpüşleri artık, saf şehvetten ibaretti.

Gulf fermuarı da açtığında, adamın tenini okşayarak ellerini kaslı omuzlara çıkarmıştı. Ayaklarının da boş durmaya niyetleri yoktu. İterek, aralarında kalan tek engeli, kumaş parçasını Mew'in belinden düşürüp dizlerine kadar indirmişlerdi.

Bir anlığına terk edildi. Bir anlığına kayıp gitti sevgilisi. Ama çok kısa, kısacık bir andı.

Mew pantolonuyla birlikte iç çamaşırında da kurtulmuştu. İkisi de eşitti şimdi. İkisi de tamamıyla görebiliyordu diğerini. Perdesi açık pencereden içeri süzülen şehrin ışıkları ve odaya girerken kapatmadıkları kapıdan sızan, yine kapatılmamış salonun ışığı, loş ve romantik bir hava katmıştı yatak odasına.

Ökse OtuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin