song/ joep beving'solitudemultideki senfoni, benim için değerli bir arkadaşın, önerisiydi. Keyifle okuyun❤🍀
***
Çocukluğumu yaşayamadığımı bilirim eskiden. Eskiden ne kadar acılar çekerek, yaşların bile önemini yitirişini, sekizinde, dokuzunda, on birinde, on üçünde omuzlarıma, ufacık ellerime, annemin mezarını kazan daha dokuz yaşındaki çocuğun elleriyle, yüreğimle, daha yürek nedir sorsalar bilemeyecekken bile, kanı, gözyaşını tanımazken bile, çocukluğumun yaşını yaşayamadığımı bilirim. Bilirim çok iyi bilirim, sekizinde kaybedilen babanın, dokuzunda veremden ölen ananın ve kardeşin mezarını kazmanın, o buğumlu küçük parmaklara karışan kara toprağın yürek denilen o göğüse ilik ilik işleyişinin acısını bilirim. Çok acılar bilirim, tanrı bilir hayat çok yaktı canımı. Daha küçükken, dinlemedi acı. Acı yaş tanımadı, küçüktür demedi, çocuktur bu yük olur demedi. Acıyla büyüttü hayat beni, çocukluğumu esirgedi, hayata olan hevesimi, yaşama, yaşamaya olan güvenimi çaldı benden. Yitirdim çocukluluğumu, çocukluğumu yitirince şimdi yedinden yeşeren çocuksu hislere kuşkuyla yaklaştım. Çocukluğa tecrübesizdim, kendimi çabuk kaptırdığımın farkındayım. Jeongguk'a bağlanışımın sebebi belkide, evvelinden kaybettiğim ana, kardeş, baba sevgisini onun gözlerinde bulmamdı. Kollarını boynuma dolayışını, bana baktığında aniden dudaklarına sinen gülümseyişleri, çocukluğumda benden alınan yuvanın sıcak merhametine benzettim. Jeongguk zamanında benim yitirdiğim, kaybettiğim, toprağa gömdüğüm saf sevgimin, şu hayattaki tek nedeniydi. Tek gerçeği, gözlerimin gördüğü, kulaklarımın duyduğu, ellerimin ellerini tuttuğu, sevgimin, merhametimin veyahut bunun gibi binlerce duygumun sonradan ruhumu sarmalıyışıydı. Bu birbirine giren duyguların bağımlısıydım. Eskiden hiç aramadığım, yokluğunu dahi hissetmediğim fakat şimdi o duygular her yerde, her yerimi sarmış, elimi kolumu da bağlamıştı. Tecrübesiz olduğundan, başka bir nedeni de yok bunun; aklımın her şeyi, Jeongguk'la ilgili olan her mevzuyu düşünüp düşünüp, çözüm bulmak zorunda olduğunu hissediyordum. Jeongguk'u düşünüyordum, canı sıkılsın, üzülsün istemiyordum. Bunların ihtimaliyle göğsümü darlamak, kasvetli havayla içimde biriken en ufak bir huzuru akbabalar misali kemirip, un ufak etmek istemiyordum.
İstemiyordum, yemin ederim. Binlerce, milyonlarca kez de edebilirim; böyle her sabah bir gülüp, bir üzülüp, içerlenirken paranoyakça davranıp, hem kendimi, hem de onu üzmek istemiyorum. Jeongguk'u üzmekten korkuyorum ve tecrübesizliğimin ardında gizlenen asıl sebepte buydu; korkuyordum. Korkuyordum; hep korktum. Lakin artık oyunculuklarımda ehemmiyetini kaybetti, korkarken korkmuyormuş gibi davranmak: hele ki deli gibi korkarken sadece susmak, gerçeklere ihtimallere susmak göğsüme taşlar döşüyor, aldığım nefesim ciğerime girsin diye her vakit Jeongguk'u düşünüp, Jeongguk'u görmek istiyorum. Korkumu Jeongguk'un varlığı ile yatıştırıyorum. Yine de; onca çabama, kendimi yiyip bitirmeme rağmen, Jeongguk dahi yanımda olsa bir duman gibi, sinsi sinsi yaklaşıyor korkularım. Korkularım beni hiç yalnız bırakmıyor, lanetli bir gölge gibi nerede olsam oraya geliyor, gülümsesem gülüşümü solduruyor. Korkularım sadece duygularıma sinmiyor, Bay Hans'ın bedeninde var korkularım, bana günlerce attığı düşman dolu bakışlarında var. Sokaktan gelen gürültülerde var, Jeongguk'un düşen yüz ifadesinde değin var, korkularım gözle görebildiğim her yerde. Her yerde korkularım var, nasıl dayanıyorum şaşıyorum, belki de dayanamıyorum. Askerliğin bana verdiği cesareti, özgüveni gün geçtikçe kaybediyorum. Oysaki asker olan ölünceye denk cesur ve güçlü kalmalıdır. Bende güçlü olmalıydım, güçlü olup Jeongguk'u korumalıydım.
Korkularımdan korkmamalıydım.
Şimdi kelimelere sığınıyorum, dün akşam üzeri -hangi vakit olduğunun pek bir ehemmiyeti yok- tüm bu düşünceleri toprağa gömdüğümü sanarak, elime aldığım beyaz karlarla Jeongguk'la beraber bahçeyi tavan edip, savaşırken, birbirimizi karların üstüne atıp, gökyüzündeki boşluğu izlerken unutmuştum, şayet bizi izleyen Bay Hans ise unutturmayacaktı. Burası çocukların yeri değildi, burada kar yağsada, güneş doğsada burası üniformamın kumaşına bağlanan, görmek istemediğim, gördükçe kendimden utandığım bez parçasının hükümete bağlı koca bir taş yığınıydı. Bende o hükümete bağlıydım, her şeyim oraya bağlıydı. Karın üstüne de yatsam, çocukluğumu da bulsam ben nazi partisinin askeriydim. Gömsemde kendimi, ardımdan dua okuyup, üzülecek çok az insan vardı. Çok düşmanım vardı oysa, sokağa silahsız çıksam sırf alman olduğum için beni kurşuna dizecek çok insan vardı. Hem dışarıda, hem de içeride düşmanım vardı. ki ben, hep üyesi olduğum parti için çalışmıştım, öldürdüysem de, can yaktıysam da benliğimden gelmeyen bir mecburiyettendi. Ben istememiştim, kimse istemezdi. Lakin herkes benim gibi, içinde sıktığı her kurşunun pişmanlığını duyacak kadar güçsüz değildi. Bay Hans, ne biliyorsa, artık hakkımda neyi öğrenip, kimin dolduruşuna geldiyse, beni aylar önce silah doğrultuğu düşmanından farksız görüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fernweh | jikook
FanfictionO kanlı savaşın ortasında vurdu beni kurşunlar, gözleri bildim; kaç yürek burkuldu içimde, kaç kez o inci gôzlere yenildim. 12\9\20 25\3\21 (angst değildir!)