5|nasıl doğar asker

1.2K 166 76
                                    

song/ ahmet kaya- ayrılığın hediyesi

***


Bir tabancadan fırlayan kurşunun ucu gibi sivri ve yakıcıdır askerin yüreği. Kimine mezar olur o yürek, kimine yaşam verir. Ayak bastığı yerde çiçek açar bazen, bazen de çiçekleri ezer. Yüreğinin korkusuzluğu bilinir en çok, asker cesurdur. Cesur ve korkusuzdur. Hiç kimsenin giremeyeceği deliklere girer, taşıyamayacağı yükleri taşır, göremeyeceği düşmanları görür. Sivri bir zekaları, katı bir yürekleri vardır. Soğuk kanlıdırlar, öyle kolay kolay hislerini belli etmezler, gerekmedikçe fazla soru sormaz, en çok dinlemeyi bilirler. Hatta dinlemekte üstad duruma gelmişlerdir. Bağırışlar ve emirler onların hayatının bir parçasıdır. Emir almak için yaşarlar.

Ondan üst mevkideki askerlerin sesinden başka kimsenin sesini duymazlar. Öl dese ölür, hatta öldürürler. Buradaki, gözü kararan, kalbi hırsla ve korkusuzlukla doldurulmaya çalışan askerlerin hepsi aynı. Askerler ama asker gibi de değiller.

Askerden çok robotlara benziyorlar. Duygusuz, duyguları varsa buna yabancı, sessiz, duyarsız. Bedeni topraktan ama hisleri taştan yaratılmış. Taştan yaratılmışız sanki, her bir uvuzumuz taştan, duygularımıza bile sıçramış. Yerinden oynamayan, katı bir kalbimiz var.

Atarken, hızla çarparken bile acı veriyor. Acı cekiyorum, ya da hisslerime öyle yabancılaştım ki, şuanki hislerimi ancak acıya sığdırabiliyorum. unutmadığım, yabancısı olmadığım tek his acı. Acınası haldeyim, kollarıma düşen bedeni tutarken, yanaklarından süzülen yaşlara bakarken acınası haldeyim.

Üstelik tedavim de yok, bu asker dedikleri kişilerin elinde silah olduğu müddetçe ne acısı geçecek yüreğimin, ne de ilacımı bulacağım. Her birimiz bu yolun sonunda acılar içinde öleceğiz, öldüreceğiz.

Kollarımda sanki son nefesini veren esir çocuğun ruhunu, vatanını öldürdüğümüz gibi. Öyle hafifti ki bedeni, benimle aynı boyda olmasına rağmen odama kadar taşımıştım onu. Hasta yüzünden damlayan yaşlara fazla bakmadan, ağzımdan çıkan tek cümle,"Teğmen Mark'ı çağırın!"dı.

O an, beni kucağımda esir çocukla gören genç askerlerden biri, şaşkın bakışlarıyla emrimle beraber hemen koşarak Teğmen Mark'ı çağırmaya gitmişti. Neden illa onu çağırdığımın sebebi de basitti. Güvendiğim arkadaşlarımdan sadece biriydi. Askeri okullarda gördüğü sağlık derslerinde olan başarısı ve bunun yanında eski mesleğinin hemşirlik olmasıydı onu yanıma çağırmamın asıl sebebi. Bayılan çocuğu nasıl ayıltacağımı biliyordum elbet, fakat öyle telaş ve ne yapacağını bilmez haldeydim ki, aklıma da ilk teğmen Mark'ı çağırmak gelmişti.

Acınasıydım. Bunu biliyordum. Kollarımda baygın yatan çocuğu odamdaki yatağa yavaşça yatırdığımda, aydınlık ışık sayesinde daha net gördüm vücudundaki yara izlerini. Beyaz bir kağıda atılan savurgan, çirkin çizgiler, fırça darbeleri gibiydi her biri. Sanatsal ve yüreği ısıtan bir tablo gibi taşımıyordu. Bedenine bırakılan izler fazla ağırdı. Can yakıcıydı, yakışmıyordu. Onun gibi genç ve masum birine, kirli eller, kirli lekeler yakışmıyordu.

Bu vatandaki her masum insana vurulan tekmeler, atılan kurşunlar öyle ağır ve yakıcıydı ki, geriye kalan tek şey şimdi bu yatakta uyuyan çocuğun ruhu gibi darmadağın, soluktu. Bırakıp, uymasına, bu şekilde baygın kalmasına izin vermeliyim belki de. En azından biraz olsun uzaklaşır yaptığımız, yaşattığımız acımasızlıklardan, kan kokan topraktan, kurşun sıkan askerlerden, benden. Benim gibi tonlarcasından.

Korkmaktan, yaralanmaktan, itilip kalkılmaktan, kaybetmekten uzaklaşır. Belki de onu hayatın gerçeğine uyandırmam ona verebileceğim en büyük acıdır. Tedirgin bakışlarımı yara bere vücudunda gezdirmeyi kesmeliyim. Ona yaptıklarımızı izlemek, böyle yüze vurulan keskin bir tokatla, yakından görmek istemiyorum.

Fernweh | jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin