song/ chopin' nocturne ın e-flat major op.9 no.2iyi okumalar ballı sütlerim <3
***
Ait olmadığım yere alışmaya çalışır gibi hissediyorum kendimi. Sanki yıllardır, doğduğum andan beri bu şatafatlı sofralara, armalı formalara, pahalı şaraplara ve gereğinden fazla gösterilen saygıya laikmişim gibi. Kim olduğumun farkında değildim, aslında kimsin diye sorsalar tek bir cevap veririm. Bir nazi askeri. Geleceğim ve geçmişim bundan ibaret. Bana verilen en büyük nimet budur; asker doğmadın ama asker öleceksin. Seni doğuranı unutarak, nereden geldiğini unutarak. Geçmişi yok sayarak.
Asker oldum.
Öyle kolay verilmedi bu fırsat bana, şimdi okul hayatımdan ve hayatım diye üstlendiğim bu zorluklarla dolu yaşamımdan kopamamam, hâlâ onca yaşanmışlıklar ve verilen andlara rağmen sanki buraya ait değilmişim gibi hissetmememin sebebidir.
Ben buraya ait değilim. Buradaki insanlar etinden, sütünden, doğma büyüme saf alman ırkı. Hatta masaya serilen keten kırmızı kumaş bile alman üretimi. İnanın, basit kumaş bile benden daha yakın bu şatafatlı ortama. Dili olsa konuşacak benim aksime. Zira ben yabancılığını hissettiğim masada fazla ağzımı açıpta kelam etmedim. Çünkü benim dilim, saf değildi. Benim için ilk değildi, ben bu dil ile doğmamıştım. Alman bir ailenin evlatlığıydım ben. Asker olmam ise seçimim değil, tıpkı benim gibi asker olan manevi babama olan fedakarlığımdı.
Neredeyse otuz beş yaşına geldiğinde evlenmiş olan babam Bay Stevan, beni evlatlık aldığında Japonya gezisinden iki gün sonra Kore'ye uğramıştı, o zamanlar birinci dünya savaşı biteli iki yıl olmuştu. Dokuz veya on yaşındaydım. Her şeyi dün gibi hatırlıyorum, annemin ölmeden önceki hastalıklı yüzü aklıma her düştüğünde göğsüm sıkışıyor. Basit bir hikaye ile sonlanıp, küllerinden yeniden doğmuştu hayatım.
Yoksul bir ailede büyümüş, bakımsızlıktan hem annesini hem de kardeşlerini kaybetmiş, koca dünyada sahipsiz kalmış bir kimsesiz olarak yetimhanelere düşmüştüm. Hayatımın acı verici yönü buydu, unutmak istediğim ama asla unutamadığım kara geçmişi buydu. Bundan sonrası daha aydınlık sayılırdı benim için, on yaşına kadar yatacak yatağı bile olmayan çocuğa sıcak yatağı veren ilk yer yetimhane olmuştu, parasızlıktan yarım kalan eğitimime orada devam etmiştim.
On üç yaşıma geldiğimde daha temizdim, hem ruhen hem de bedenen kendimi temizlemek istiyordum. Yetimhanenin başkanı alman bir kadınla evliydi ve bu kadın -adı bayan Milena, hiç unutmam çok iyi bir kadındı- manevi babamın en yakın arkadaşıydı. Benim hayatımın değişmesini bir ölçüde o sağlamış, manevi babam evlat edinirken tıpkı benim gibi on veya on üç yaşlarında, biraz kuvvetli, derslerinde başarılı bir erkek çocuk isteyince bayan Milena -beni çok sevdiğindendir- beni uygun görmüş, gerekli evrak işlerini halletmişti.
Daha sonra ise hediyeler alınmış, tanışma günleri ayarlanmış, bir hafta sonra ise geriye hiç dönmemek üzere Kore'den ayrılmış, kendimi manevi babam ve onun maalesef ki kısır, canından çok sevdiği eşi Bayan Diana'ın sıcak Berlinde'ki evinde bulmuştum.
O evde dil öğrendim, dört yıl boyunca alman tarihi, edebiyatı, sanatı, siyaseti gibi ana dersler gördüm. Sonra on sekiz oldum, iyi derecede almanca konuşuyordum, korecem ise hiç konuşmadığımdan unutacak hale gelmiştim. Doğduğum yere ait ne varsa yitirmiştim. Sahip olduğum yeni yuva, bana evlatlık olduğumu hissettirmemek için ne gerekiyorsa yapmıştı. İyi okullarda okumuş, temiz ve güzel giyindirilmiş, sağlıklı beslenilip, sevgi görmüştüm. Bir çocuğun alması gereken tüm hakları bana vermişlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fernweh | jikook
FanficO kanlı savaşın ortasında vurdu beni kurşunlar, gözleri bildim; kaç yürek burkuldu içimde, kaç kez o inci gôzlere yenildim. 12\9\20 25\3\21 (angst değildir!)