Yeni Bir Hayat

23 7 2
                                    

Ramazan Ayının ilk günleriydi. Zaman akıp geçiyordu. Elif ablanın annesinin vefatının kırkı çıkmak üzereydi. Ramazan Ayını aynı heyecan ile yaşamıyordu bazıları. Bunlardan biri Elif ablaydı. Her gece iftardan sonra mutlaka ona uğrardım. Birlikte kitap okur, sohbet ederdik. En son anacığını anardı. Buğulanırdı gözleri. Sonra boncuk boncuk inerdi yaşlar. Dualar ederdik. Yol olup hasretimiz dinsin diye. Ne güzel bir nimetti; ebediyete göçerken arkandan böyle bir evlat bırakmak. Unutulmuyordu acısı, yokluğu. Ama alışıyordu insan. Aslında bu acıyı hafifleten  bir neden daha vardı; anneciğine doyamayan  Elif ablam, anne olmaya hazırlanıyordu. Rabbim öyle bir zamanda nasip etmişti ki bu muştuyu Elif ablamın yüreği mutmain olmuştu az da olsa. "Yeni Bir Hayat" Elif ablanın yüreğine, ruhuna hayat veriyordu işte. Hamdolsun.

****

Bugün Elif abla annesi için mevlit yemeği verecekti. Dualar edilecek, hatimler okunacaktı. Komşular toplanmış herbirimiz akşam iftar vakti için Mevlit yemeği hazırlığı yapıyorduk. Birliktelik öyle muazzam bir şeydi ki kimse yorgun hissetmiyordu. Aksine daha da enerji doluydu herkes. Hayırda yarışmaktı bu. Bundandı lezzeti. Hanımlar için bizim evi hazırlıyorduk. Beyler için de Elif ablanın evini. Elif ablam bir yandan buruk bir yandan minnetle bakıyordu her yardım edene. O güzel yüzü uzun zamandır kederliydi. Ama bugün az da olsa huzurluydu. Onu böyle görmek müsterih ediyordu içimi.

İftar saati yaklaşıyordu. Son hazırlıklarımızı tamamlamak üzereydik. Misafirleri kapıda karşılayıp sofraya buyur ettik. Ahmet abi ve babam da beylerin olduğu tarafla ilgileniyordu. Hazırlıklarımız eksiksiz bitmişti Elhamdülillah. En son içeri hacı bir teyze girdi. Sofranın en başına geçti. Çantasından çıkardığı mevlid-i şerifi okumaya başladı. Öyle güzel okuyordu ki ruhu mest oluyordu insanın. Arada orada bulunan ablalar da eşlik ediyordu bu güzel okuyuşa. Mevlid-i şerif okuması bittikten sonra dualara geçildi. İçinde bulunduğum hâl ruhumu bambaşka diyarlara götürüyordu. Hissettiğim her his beni mutlu ediyordu, huzur veriyordu. İçimde yarım kalan, eksik kalan ne varsa tamamlanıyordu. İnsan ruhu ve kalbi hep arayış içindedir ve benim kalbim, ruhum aradığını bulmanın sevinci ile doluyordu. Her şey özüne dönerdi. Benim hâlim bundan ibaretti.

Ezanın okunmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım. Yemekler yenilip sofralar toplanmaya başlandı. Herkes dualara etmeye, fatihalar, yasinler ve hatimler okumaya başladı. Ne güzeldi Ya Rabb, senin kelamının anıldığı evlerde nefes almak. Nasıl ki dünyadan gökyüzüne bakınca parıldar yıldızlar muhteşem güzelliği ile. Gökten de dünyaya bakılınca Allah'ın kelamının okunduğu evler de yıldızlar gibi parlarmış. Nasip edene ne kadar şükretsem azdı.

Gece bitmek üzereydi. Misafirler bir bir helallik isteyip ayrıldılar. Bizim evin toparlanması bitmek üzereydi. Annem bana dönüp "Asya kalanı ben hallederim sen Elif ablana geç. Çok yorulmasın. Zaten iki canlı o dikkatli olmalı."  Ne güzel düşünmüştü annem. Tamam deyip evden çıktım. Elif ablanın evi hemen bitişiğimizdeydi. Kapıya doğru ilerlerken kapıda Ahmet abiyi gördüm. Yanında biri vardı. Karanlıkta kim olduğunu seçemedim. Ama biraz dikkatli bakınca yabancı biri olduğunu anladım. Hırkanın kapşonunu başıma geçirip yanlarından sessizce ilerleyip içeri girdim. Elif ablayı mutfakta buldum. Birlikte kalan işleri bitirip, içmek üzere çay demleyip oturduk. Uzunca sohbetten sonra kalkmak için izin istedim. Elif abla o sırada "Asya dur, unutmadan kitabın burada. Geçen istemiştin. Ahmet birine ödünç vermişti. Şimdi getirdi." Kitabımı görünce çok mutlu oldum. Kırmızı kitaplardan küçük bir risaleydi. "GENÇLİK REHBERİ"di
Aslında daha önce okumuştum ama yine okumak istiyordum. Manevi reçeteler mahiyetindeydi benim için kitaplar bilhassa kırmızı kitaplar. İşte bu kitap ayrı bir yol rehberiydi bana. Çağın esiri olmuş, maneviyatı saldırı altında olan biz gençlere rehberdi. Benim gözümde çoğu psikoloji kitabından daha çok öndeydi. Muhatabı olan gençlerin özüne inerek  bizlere bizi, mahiyetimizi anlatarak neden çağın vebasında kurtulmamız  gerektiğini ifade ediyordu her satırında. Kitabımı alıp eve geçtim.

***

Gün çok uzundu ve ben çok yorulmuştum. Yatağıma uzandım. İçerisi sıcaktı. Mayıs ayının ortalarıydı. Doğrulup pencereyi açtım. Ayın ışığı içeri süzülüyordu. Yapraklarla süslenmiş ağacın dalları hafif esen rüzgarla nazlı nazlı salınıyordu. Gecenin sessizliğinde yaprakların rüzgar eşliğinde hışırtısı  melodi gibi geliyordu kulağıma. Bu detay beni çoktan anılar alemine götürmüştü.

Enes'le okulun arka bahçesinde yürüyorduk öğlen yemeğinden sonra. Hafif esen serin bir sonbahar rüzgarı vardı. Bir anda şiddetlenen rüzgar yerdeki sararmış ve ağaçta kalan son yaprakları üzerimize yığdı. İkimiz de bir an koşmaya başladık. Bu minik saldırıdan kaçmak için. Sonra aniden Enes'i durdurup "Neden onları izlemiyoruz? Baksana ne güzel uçuşuyorlar  rüzgarla." dedim. İçi parlayan kömür karası gözleri ile gülümseyerek "Olur Asya izleyelim bakalım." dedi. Halimden memnun yerime oturdum. Yapraklar uçuşuyor biz onları izliyorduk yere düşene kadar. Önümüze her düşen yaprağı topluyorduk.  Taa ki rüzgar dinene kadar biz devam ettik bu deliliğe. Rüzgar dinince derse geç kalmıştık tabi.

Anılar neden bu kadar canlıydı. Anımsarken onları, o anı bir bir yeniden yaşamak. Aynı heyecanla ama derin bir özlemle. İnsandan anılarını alırsak ne kalır ki geriye ondan. Ben onlarla yaşıyordum. Ne zaman gücüm tükenecek olsa onlara tutunuyordum şimdi olduğu gibi.

Yatağımdan doğrulup masama geçtim. Okunmamış hasret mektuplarına bir yenisini eklemek için.

"Seninle bambaşka şehirlerde ama aynı göğün altında sana hasret kalmak... Senden bana kalanlara sıkıca tutunmak... Bunlar nasıldır bilir misin Enes? Hiç anlatmadım ki belki anlatsam bilirdin. Senden bana kalan ne varsa sıkıca tutunuyorum. Her gün yeniden tekrar ediyorum unutmamak için hiçbir detayı. Herbirini ilmek ilmek işliyorum hayatımın her köşesine. Bana ait olsunlar, bende kalsınlar diye. Mesela annem bir yemek yapınca Enes bu yemeği severdi, diye geçiririm içimden. Kardeşlerim "Tatlı yap bize anne" diye annemin etrafında dolanırken Enes tatlıları çok severdi diye anımsarım. Sevilmek için yanıma gelen bir kediyuvasına yiyecek taşıyan bir karınca görürüm yine senden bir parça bulurum orada. Şimdi dönüp baktığımda her şeyde sen, toplamını alınca sadece sen...

Sahi neydi seni bana sevdiren. Gözlerin mi, kaşın mı, gülüşün mü? Bunların hiçbiri...

Hani bir gün sana "Kendimi bir yere ait hissedemiyorum Enes, benim bir memleketim yok." demiştim ya. Sen elini kalbinin üzerine bırakıp "Olur mu Asya, bizim sol yanımız sizin memleketiniz." demiştin. Ben o an afallayıp  bir şey diyememiştim. Sadece hafif pembeleşen bir yüz ifadesi ile gülümsemiştim. Sen ise utancından  "Benim" diyemeyip "Bizim" demiştin işte o detay beni sana, yüreğine itmişti. Aralanan gönül kapım orada ardına kadar açılmıştı ve ben o günden beni sol yanını memleket edinmiştim. Bundandı dönüp dolaşıp yine varmak istediğim yer olmuştun.

Ben sende Allah sevgisini, aile sevgisini, naifliği sevdim. Bunlar sevdirdi seni. Bundandır bunca zaman yerine birini koyamam.

Sana günlerce, haftalarca yazabilirim, içimi satırlara sığdıramam yine de. Ben o meftunu olduğum gözlerinle buluşmadan anlatamazdım, bitiremezdim  hiçbir hissiyatımı..."

VUSLATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin