Uyku

99 12 1
                                    

Yeni bir güne başlamak hiç bu kadar zor gelmemişti. Sanırım bir an önce üniversite hayaliyle yanıp tutuşan ve bunun için gece gündüz çırpınan ruh halinden kurtulmalıyım, yoksa bu gidişle önümüzdeki yüz yılı uyayarak geçireceğim.
Bıkkınlık ile son bi kez saate bakıp beş dakika daha kendimi ödüllendirirken, gönlümün sultanın sesini duydum:
"Asya geç kalacaksın uyan artık."
Ödülümü kendime sunarken annemi hesaba katmamıştım. İnadını benim kadar kimse bilemez. Uyanmayana kadar seslenmeye devam edecekti.

" Tamam Anne uyandım işte"
Yüzüme bakıp kaşlarını çattı:
"Bu uyanmış halin mi? Yine geç mi uyudun sen?"
Beni kendine çekip kocaman sarıldı, tıpkı bir bebeği sever gibi öpüp kokladı. Halimden memnun bir kedi yavrusu gibi iyice sokuldum ona. Tam o anda mutfağa sırayla kardeşlerim ve babam girdi. Şımarık yüz ifadesiyle onlara bakıp kollarımı kocaman açtım.

***

Annem haklı çıkmıştı geç kalmıştım. Koşa koşa ilerledim. Nefes nefese kalmıştım. Dersliğin önünde bir an duraksayıp kendime çeki düzen verdim. Kapıyı tıklatıp içeri girdim. Ama o ne derslik boştu. Yanlış dersliğe mi girmiştim? Ahh olamaz yoksa yine mi kimyacı ve o dahiyane deneyleri(!) için arka bahçeyi derslik edinmişti. Sanırım bu gidişle okulu patlatacaktı. Bu duruma tek üzülen ben olurdum herhalde. Aklınıza hemen okul sevdalısı inek bir öğrenci gelmesin. Aslında itiraf etmek gerekirse biraz öyleyim ama aynı zamanda haylaz bir öğrenciyim.

Basamakları hızla indim. Gideceğim yönden gelen birini görünce sevindim, çünkü ona sorarsam alacağım cevaba göre hareket edecektim.

Tanıdık değildi simasi, sanki bu okulda kimi tanıyordum ki ben. Zaten ısınamıyordum bir türlü bu okuldaki insanlara. Yeni öğrenciler hep dışlanırdı ama benim ters bir durumdu, ben biraz uzak dururdum herkesten bir tek yan sınıftan Zeynep diye bir arkadaşım vardı. Sessiz bir kızdı, çok severdim onu. Yüreği kadar yüzü de tertemizdi. İyi ki vardı Zeynep.

Biraz da çekinerek seslendim.
" Günaydın, acaba arka bahçede kimya hocası ders işliyor mu?" Yüzüme soğuk bir şekilde baktı. Bakışları buz gibiydi. O ana dek hiç kimse bana bu kadar önemsiz biriymişim gibi hissettirmemişti. "Evet" dedi. Teşekkür etmemi dahi beklemeden ilerledi. Bu kadar kendini beğenmiş olmanın ne gereği vardı ki? Çok sinir olmuştum. Derin bir nefes alıp az önce yaşadığım tatsız karşılaşmayı hafızamdan silmeye çalışıp dersin işlendiği yere doğru yürüdüm.

***

Uzun ve yorucu günün sonunda nihayet eve gidip dinlenebilecektim. Zeynep'le bu gün hiç karşılaşmamıştım. Sanırım okula gelmemişti. Biraz çıkışta bekleyip Zeynep'in gelmediğinden emin olunca servise doğru ilerledim. Bugün bindiğim servise ilk defa binecektim. Sabahları genelde babam bırakırdı ama taşındığımızdan dolayı babamın iş yerine uzak düşüyordu okul. Bu sebepten ötürü okula servis ile gidip gelecektim. Servise binerken servis şoförüne nerede inmem gerektiğini ifade ettim. İlk defa duymuş gibi yüzüme baktı. "Bilemedim orayı." Yanındaki kişiye dönüp: "Enes bir baksana nereye gidecek arkadaşın. Sana tarif etsin sen bilirsin o semti." Önümdeki kişiye bakmadan gideceğim yeri tarif ettim. Yüz ifadesi görüş açıma girince, sabah karşılaştığım kişi olduğunu hemen farkettim. Fark etmemek mümkün müydü? Buz gibi bakışlar, suratsiz bir yüz ifadesi.. Sanırım hayatında sahip olduğu özellikler sadece bunlardı. Fazlaydı bile onun için. Yine yüzüme bakmadan gideceğim yeri servis şoförüne detaylı anlattı. Ben yine nezaketimden ödün vermeyip teşekkür ettim. Tam tahmin ettiğim gibi cevap vermedi. Yine sinirlenip bulduğum boş bir yere oturdum. Galiba yaşadığım en kötü gündü bu gün.

***

Haftalar sonra...

Annemden kocaman bir öpücük alıp hızlı adımlarla aşağı indim. Servis şoförü, çaldığı araba kornası ile tüm mahalleyi başımıza toplanacaktı. Neyse ki süper koşu yeteneğim bu işkenceyi çabuk bitirdi. Servise binen ilk kişi bendim sonra sınıftan bir arkadaşım ve kardeşi binerdi. Yine öyle oldu. Bu ara sürekli dikkatimi çeken biri vardı. Şu soğuk, suratsız, buz bakışlı okul arkadaşım(!) (Enes) servise binince gözleriyle etrafı süzüp otururdu. Her ne kadar umursamasam da merak ediyordum. Aklıma bir fikir gelmişti ama ihtimali şapşal gibi hissettirmişti. Her zaman oturduğum yere oturup başımı koltuğa dayadım. Görünmediğimden emindim. Kalbim, nedenini bilmediğim bir şekilde deli gibi atıyordu. İçimden saymaya başladım."Bir, iki, üç, dört.." ve Enes'in bineceği durağa vardık. Ben halen olduğum yerde duruyordum. "Abi Asya gelmemiş mi?" Sesini duymamla irkilmem bir oldu. Evet Enes'ti bu, beni merak etmişti ve sormuştu. Neden az önce deli gibi çarpan kalbim beni nefessiz bırakırcasına daha da hızlanmıştı? Başımı kaldırdım. Göz göze geldik. Yanakları pembeleşmeye başladı. Hiçbir şey demeden arkasını dönüp oturdu. Bu nedenini bilmediğim bir şekilde beni mutlu etmişti. Hissettiğim neydi peki?

VUSLATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin