Sabaha kardeşlerimin sevinç çığlıkları ile uyandım. Ne oluyor demeye kalmadan en küçüğü Ömer üstüme atladı. "Abla uyan kar yağmış gece. Hadi kardan adam yapacaz." Bıkkınlıkla yorganı üzerime çekip "iyi de ben çok üşürüm." dedim. Delice çığlığına devam edip "Abla ya şapşik misin sen tabi ki üşüyecen." deyip odadan çıktı. Uykum kaçmıştı. Yatağımdam hafifçe doğrulup pencereye baktım. Her yer o kadar güzeldi ki bembeyaz.. Geldiğim yerde Diyarbakır'da kar çok az yağardı. Ama yine de özlemini çektiğim bir şey değildi. Ankara'da karlı güne uyanışımın ilk günüydü. Bu görüntü beni Enes'le bir ders çıkışına götürdü. Hava buz gibiydi. Bir an Enes'e bakıp "Keşke yağmur yağsa, hem hava yağmur yağınca da ısınırdı." dedim. Kaşlarını çatıp "Çok mu seviyon yağmuru?"dedi. Evet anlamında Tebessüm ettim. "Neden yağmur?" dedi. "Bilmem sevdiğim mevsim sonbahardan kaynaklı sanırım, ıslanmayı çok severim bir de altında saatlerce yürümeyi." O kömür karası gözleri nasıl da parlardı bana bakınca. Gülümseyip "Sakın tek başına ıslanma" dedi. Yüzüm pembeleşmişti yine. Kulaklarımda bile hissettim bunu. Sonra sözlerine devam etti. "Ben karı daha çok severim. Her bi tanesi o kadar muazzam bir sanat eseri ki. Hiçbirisi birbirine değmeden yeryüzüne iniyor nazlı bir gelin gibi. Naiflik, incelik hissi veriyor kar bana." O konuştukça kayboluyordum sesinde, bakışlarında. Şimdi karlı bir sabahına uyandığım bu bambaşka şehirde bunları anımsamak hüzünle doldurmuştu içimi. Hatırlamak hem şifa hem tuzdu yaraya. Geçen onca zaman, bana bunu öğretmişti.
***
Buz gibi havada dışarı çıkmak deli saçmasıydı şu an. Beni dışarı atan yine kırmızı kitap aşkıydı. Elif abla ile sabah konuşmuştuk. Ahmet abi Risale-i Nurlar'dan istediğim kitabı getirmişti. Eve gelince getirecekmiş ama önemli bir işi çıkmış. Dükkandan erken ayrılmış kitabı da unutmuş yanına almayı. Ben de yarını bekleyemezdim. Gidip dükkandan alacaktım. Ne de olsa dükkana onun yerine çalışan Mehmet abi bakıyordu. Bu düşünceler ile dükkanın sokağında buldum kendimi. İçime işleyen buz gibi soğuktan kurtulmak için bir an önce kendimi dükkana atma isteğiyle adımlarımı sıklaştırdım. Dükkanın kapısından içeri girince nasıl da sıcacık hissetmiştim. Annemin kucağı gibi sımsıcak. Mehmet abi arka taraftaydı sanırım, sesi geliyordu. Seslere bakılırsa yalnız değildi. Müşteri vardı sanırım. Hiç rahatsız etmeden Ahmet abinin odasına yöneldim. Kitabın masada olduğunu söylemişti Elif ablaya ama yoktu. Tam o sırada Mehmet abinin yanına gidip soracakken odanın kapısında belirdi Mehmet abi. Kocaman gülerek "Ne ara geldin Asya, görmedim seni" dedi. Munzurca gülüp "Ooo mehmet abi sözde sana emanet bura, müşteriye dalıp unutmuşsun dükkanı." Kaşlarını çatarak "Unutmadım küçük hanım. Hem müşteri değildi o, Ahmet'in bir sohbet yoldaşıydı. Derslere sürekli geldiği gibi boş zamanlarında dükkana gelir. Ahmeti sordu. "Elindeki kırmızı kitabı göstererek sözlerine devam etti: "Senin de emanetin burada küçük hanım " teşekkür edip çıktım. Pek sevmiştim Mehmet abiyi her gelişimde sürekli uğraşırdım onunla. Sağolsun o da aynı incelikle yaklaşırdı bana. Ahmet abinin ne çok yoldaşı seveni vardı. Nasıl bi samimiyet ile yaklaşıyorsa insanlara. Sohbet dışı vakitlerde bile gelip gideni eksik olmuyordu. Ne güzel bi nimetti bu. Hem Allah ile dost olanın sözü samimiyeti sevilmez miydi hiç?
***
Gece öyle uzun geliyordu ki bana. Sanırım 1,5 yıl sonra ilk defa böyle sancılı bi gece yaşıyordum. Aklımda, hayalimde sürekli Enes'le vedalaşamadığım o gün vardı. Kafamda senaryolar kurup duruyordum. Şöyle olabilirdi, bunu yapabilirdim... Tüm senaryoların sonunda yüreğimde derin bir sızı oluşuyordu. Bu hayatta yapılıp insana pişmanlık veren çok şey vardı. Ama bence pişmanlığın en sancılı olanı yapılamayan, geç kalınandı. İşte benim soğuk, karlı bi ankara akşamında, sevdiğimden kilometlerce uzakta yaşadığım tam da buydu, belki de daha fazla...
Ben bu düşüncelerle savaşırken odamın kapısı açıldı. İçeri giren babamdı. Hafifçe tebessüm ederek "Işığın açıktı merak ettim, neden uyumuyorsun geç oldu kızım. "Bu soruyu bekliyor gibiydi gözlerim bulutlanmak için. Bakışlarımı kaçırarak. "Bir kaç okumam vardı baba, birazdan uyurum." Babam İkna olmamış olsa gerek. "Konuşmak ister misin kızım?" dedi. Biraz daha zorlasa beni döküleverecektim. Kalbimi, yıllardır açamadığım sırrımı babama diyecektim. Alacaktı omuzumdaki yükleri, hafifleyecekti tüm yüküm. Ama henüz sevdiği adama açılamayan ben, babama ne diyecektim. Şu an mecbur bir şeyler diyecektim. Suskunluğumu sürdürdüğümü gören babam yanıma oturdu elleriyle saçlarımı okşayıp.
"Benim güzel kızım, İnsan bazen tutulur, bir rüzgâra, bir kuşa, bir ağaca... hem de öyle bir tutulur ki kimselere diyemez. Neden diyemez bilir misin? Çünkü sukütün hamlığı pişirmesi adettendir. Ne olur sonra bilir misin? Bir zaman sonra rüzgar diner, kuş göç eder, ağaç sararır yaprak döker ve insan bakar ki tutulduğu her şey fanidir geçicidir. O halde bâki olana tutulmak lazım der ve bu sefer göğe yönelir, bir zaman sonra güneş batar gök solar. En nihayetinde varışlar Allah'a olur güzel kızım. Sakın unutma yüreğine düşen her cemre seni Allah'a yakın eder. Sen yeter ki sabret, Allah sabredenlerin mükafatını güzel eyler güzel kızım." Babam ne güzel konuşmuştu öyle; sanki kalbimdekileri, aklımdakileri bilip de konuşmuştu. Bitmek bilmeyen bu uzun gece babamın sözleri ile şifa bulmuştu Elhamdülillah.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VUSLAT
Chick-LitMinik bir kalbe düşen cemrenin gözlerde hayale dönüşmesiydi yaşadığım aslında. yıllar sonra bile hissettiğim bu şey neydi bilmiyorum? Aslında yürek yüreğe değmişti, Aşk bahaneydi..O cemre yüreğime düştüğü ilk andan beri, o zamana dek hissetmediğim b...