Jongin
Min Yoongi bir canavardı. Öylesine hız ve kesinlikten bahsediyordum ki bunlar bir gün ona en iyi Seul takımlarıyla anlaşma sağlayacaktı. Eh, ancak lig cezalı geçirdiği zamanları görmezden gelmeye niyetliyse. İkinci devredeydik ve Yoongi çoktan üç tane ceza almıştı ve bunlardan biri Yoongi'nin kendini beğenmiş bir şekilde el sallamak için ceza kulübesinin önünden geçen Taemin sayesinde gole dönüşmüştü.
Büyük bir hataydı, çünkü şimdi Yoongi tekrar buzdaydı ve öğütmek için bir baltası bulunuyordu. Beni plastik cama öyle bir yapıştırdı ki vücudumdaki her kemik sarsıldı ama neyse ki üstesinden gelip tam zamanında Tao'nun Aring'in kalecisine bilek atışı attığını görebileceğim anda başımı sallayarak beynimi yerine getirdim. Puan tablosu yandı, kalabalıktan gelen inlemeler ile yuhalamalar bile damarlarıma yayılan zafer hissini dindirememişti. Deplasman maçları asla kendi sahanda oynadıkların kadar heyecanlı olmuyordu ama negatif de olsa kalabalığın enerjisinden besleniyordum. Alarm devrenin sona erdiğini işaret edince giyinme odasına Aring takımına 2-0 öncülük ederek girdik. Herkes iki devrede gol vermemenin kafasını yaşıyordu ama Koç kutlamamıza izin vermedi. Önde olmamız önemli değildi, bize asla neyi yanlış yaptığımızı unutturmazdı.
"Bae Joon Young!" diye Jacob'a bağırdı. "Otuz dört numaranın seni oyuncak bebek gibi sağa sola fırlatmasına izin veriyorsun! Ve sen..." Koç, ikinci sınıf defans oyuncumuza kötü bir bakış attı. "Onlara iki ani atak şansı verdin! Senin işin o şerefsizlerin peşinden ayrılmamak. Taemin'in devrenin başında yaptığı saldırıyı gördün mü? Senden o tür fiziksel oyunlar istiyorum. Kıçınla onlara saldırmanı istemiyorum. Onlara esaslı bir şekilde vur oğlum."
Koç giyinme odasının diğer tarafına daha fazla eleştiri yağdırmak için giderken Taemin ile birbirimize sırıttık. Koç tam bir pislikti ama işinde mükemmeldi. Övgüyü kazanıldığında verirdi ama çoğunlukla bizi daha iyi yapmak için zorlardı.
"Sert bir çarpışmaydı." Tao formamı sol tarafımı incelemek için yavaşça kaldırırken bana sempatik bir bakış gönderdi.
Yoongi kesinlikle beni dövmüştü, tenimdeki mavi renk değişimlerini şimdiden görmeye başlamıştım. Epey bir morluk olacaktı.
"Yaşayacağım," diye cevap verdim omuz silkerek.
Koç tekrar buz üzerinde olma zamanını işaret ederek el çırptı ve tünelden aşağı doğru ilerlerken kayak koruyucuları çıkmıştı. Kulübeye doğru yol alırken onun gözlerini üzerime hissedebiliyordum. Nerede olduğunu araştırmadım ama eğer yaparsam ne bulacağımdan haberdardım. Babam her zamanki gibi açık tribünün üzerindeki yerine koşullanmış, şapkasını gözlerine kadar çekmişti ve dudakları düz bir çizgi halini almıştı. Aring'in kampüsü Busan'dan çok uzak değildi ki bu, babamın buraya gelmek için bir saat araba sürdüğü anlamına geliyordu. Yüzyılın kar fırtınası olurken hafta sonunda davetli oynasak bile yine de orada olurdu. Moruk asla bir maçı kaçırmazdı.
Kim Taejin, hokey efsanesi, gururlu baba.
Evet ya, ne demezsin. Oyunlara oğlunu izlemek için gelmediğini bizzat biliyordum. Kendisinin bir uzatmasının oynamasını izlemeye geliyordu. Bazen berbat oynasam ne olacağını merak ediyordum. Ya paten kayamasaydım? Atış yapamasaydım? Ya büyüyüp beceriksiz sıska bir şey olsaydım? Ya sanata, müziğe veya kimya mühendisliğine ilgim olsaydı? Babam büyük ihtimalle kalp krizi geçirirdi. Veya anne mi beni evlatlık vermesi için ikna ederdi. Takım arkadaşlarıma katılırken ağzımdaki ekşi tadı yutkundum.Onu kafandan uzak tut. Önemli biri değil. Burada değil.
Her seferinde vücudumu o duvardan itip, patenlerimi buza yerleştirdiğimde kendime hatırlattığım şeydi. Kim Taejin benim için hiçbir şeydi. Uzun zaman önce babam olmayı bırakmıştı. Problem şuydu ki o tekrarlanan sözcükler kurşun geçirmez değildi. Onu kafamdan uzak tutabilirdim evet, benim için kesinlikle önemli değildi. Ama buradaydı. Kahretsin, her zaman buradaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Deal\\KaiSoo
FanfictionKim Jongin, Kyungsoo'yu aradığı adamın kendisi olduğuna inandırmalıydı.