Duygusal ballad

566 54 19
                                    

Kyungsoo

Sömestrin geri kalanı boyunca ölü gibi olacağımı biliyor­dum ama eskiden kalbimin olduğu yerde kocaman bir boş­luk taşıdığımdan böyle olacağını tahmin etmemiştim. Jongin'i bir haftadır ne görmüş ne de onunla konuşmuştum. Bir hafta uzun bir süre değildi. Büyüdükçe zaman müthiş hızlı geçiyormuş gibiydi. Gözünü kırpıyor­dun ve bir hafta geçiyordu. Tekrar kırptığında bir yıl gelip geçmiş oluyordu. Ama Jongin ile ayrıldığımızdan beri zaman, küçük­lüğümdeki haline geri dönmüştü: Okul yılının bir ömür geldiği, yazın geçmek bilmez olduğu zamanlara. Zaman yavaşlamıştı ve oldukça acı vericiydi.

Son yedi gün yedi yıl gibiydi. Hatta yetmiş yıl. Erkek arkadaşımı özlemiştim. Erkek arkadaşımın babasından, beni bu imkânsız duru­ma soktuğu için nefret ediyordum. Jongin'in kalbini kır­mama sebep olduğu için ondan nefret ediyordum. Bir ihtimal, benden daha iyi birini bulup bulamayacağını öğ­renmek istiyorum. Jongin'in benim apaçık yalan olan ayrılma konuşma­mın sevimsiz özeti, aklımda ağustos böceği gibi ötmeye devam ediyordu.

Ondan daha iyi bir mi?

Tanrım, bunu söylemek beni öldürmüştü. Onu böylesine üzmek... O kelimelerin ardmda bıraktığı acı tat... Çünkü kahretsin, ondan daha iyi birisi mi? Ondan iyi hiç kimse yoktu. Jongin tanıdığım en iyi insandı. Sırf zeki, seksi, komik olduğundan veya düşün­düğümden daha tatlı olduğundan değil. Bana kendimi canlı hissettiriyordu. Evet, sürekli atışıyorduk ve ukalalığı bazen beni çıldırtıyordu ama onunla olduğumda kendimi bir bütün gibi hissediyordum. Korumamı tamamen bırakıp incinmekten veya suistimale uğramaktan veya korun­ maktan endişelenmeme gerek yoktu, çünkü Kim Jongin beni sevip korumak için her zaman orada olacaktı.

Bu korkunç karmaşa içindeki tek umut ışığı ise takımın yine kazanıyor olmasıydı. Jongin'in oynamama cezası yüzünden kaçırdığı maçı kaybetmişlerdi ama ondan son­ra ligdeki rakiplerle iki maç yapmışlardı ve ikisini de kazandılar. Eğer böyle yapmaya devam ederlerse Jongim istediğini alacaktı. Takım kaptan­lığının ilk yılında şampiyonalara götürecekti.

"Tanrım. Lütfen bu akşam bunu giydiğini söyle­me." Jungkook yatak odasına dalıp kıyafetlerime bakarak kaşlarını çattı. "Hayır. Yasaklıyorum."

Ekoseli pantolonuma ve kazağıma baktım. "Ne? Hayır." Kapımın arkasından sallanan kıyafet çantasını gösterdim. "Onu giyiyorum."

"Bakayım."

Jungkook çantayı açtı ve içindeki siyah takım elbiseyi görünce iç geçirdi. Hareketli tepkisi bu hafta ne kadar ken­dimde olmadığımı gösteriyordu. Busan merkeze gidip bu takım elbi­seyi gösteri için aldığımda transta gibiydim. Dört gündür kapımda asılı olduğu halde Jungkook'a gösterme zahmetine girmemiştim.
Gösteriş yapmak istemiyordum. Kahretsin, giymek bile istemiyordum. Kış gösterisi iki saat içinde başlıyordu ve zerre umurumda değildi. Bütün sömestr, bu aptal gösteri üzerine odaklıydı. Ve zerre umurumda değildi.

Sonra, ilgisiz yüzümü görünce Jungkook'un ifadesi yumu­şadı. "Ah Soo. Neden onu aramıyorsun?"

"Çünkü ayrıldık," diye mırıldandım.

Başıyla hafifçe onayladı. "Ve neden oldu demiştin?"

Bir hafta önce ona söylediğim saçma bahaneyi tekrar söylemek için fazla depresif hissediyordum. Jungkook'a veya aileme Jongin ile ayrılmamın asıl sebebini itiraf etmemiş­tim. Şerefsiz babasından haberdar olmalarını istemiyor­dum. Şerefsiz babası hakkında düşünmek bile istemiyor­dum. O yüzden onlara şöyle anlattım. Alıntı yapıyorum, "Yü­rümedi," dedim. Tek, basit bir kelimeydi ve ondan beri benden tek detay bile alamamışlardı.

The Deal\\KaiSooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin